El kanun fi t tıbb birinci kitap pdf

See other formats


El-Kanun Fi’t-tıb Özeti (Birinci Bölüm) 




ıbn-ı bı: 


El-KAN 
Fi'T-TIB 


özeti 


t.Bölüm 


"...Bize göre, ortaya çıkan büyük sorunların çoğu, bilgi sorunlarıdır. Yani, yeterince 
veri ve onları analiz edebilecek yetenekler bir araya geldiğinde, günümüzde insanlığın 
karşılaştığı tüm zorluklar çözülecektir." Google Nasıl Yönetiliyor kitabından. 

Kanun: 

El Kanun fi't-tıb eseri Türkçe'ye iki kez çevrildi. İlk olarak Osmanlı devrinde 18. yüzyılda 
Tokatlı Mustafa Efendi tarafından, son olarak günümüz Türkçesi'yle Prof. Dr. Esin Kahya 
tarafından Türkçe'ye kazandırıldı. Ancak kitabı Türkçe çevirisinden değil, Farsça çevirisinden 
aktarıyoruz. Kitap İran’ın TRT’si diyebileceğimiz İRİB’e bağlı Sürüş Yayıncılık tarafından 
çıkarılmış. Toplamda sekiz cilt, yaklaşık olarak 3 bin 800 sayfa. Birinci ciltten ilk 350 
sayfasının özeti: 

"Allah'a sadece ilim aracdığıyla itaat ve ibadet edebileceğini bilmiyor musun? Dünya ve 
ahiret hayrı ilimledir ve dünya ve ahiret şerri de cehaletledir." 

Aristo, Farabi, Harezmi gibi bilginlerin de ilme dair görüşlerini tafsilatlı şekilde aktarıyor ve 
İslam alimlerinin keşiflerinden, eski hastanelere ve tahsil mekanı camiilere kadar uzun 
uzadıya ele almış kendisi ama konu uzar diye burada noktalıyoruz. 



Kanun'a başlamadan önce unutmamak gerekir ki İbn Sina 11. yüzyılda yaşamış filozof ve 
hekim biri. Tıbba, insan vücuduna ve insanın doğayla etkileşimine kadar getirdiği verilerde ve 
yorumlamalarda bir felsefe havası seziyorsunuz. 

Kanun fi’t-tıb şaheserine başlıyoruz: 

* İnsanın bedensel vaziyeti üç şekildedir: Sağlıklı oluşu, hasta oluşu ve ne sağlıklı ne de hasta 
olduğu hal. 

*Biliyoruz ki tüm ilimlerin kökeni ilk hikmete dayanır ve ilk hikmeti ise 'tabiat ötesi (mavera- 
i tabiat) ilim' olarak adlandırmışlardır. 

Rükünler (Erkan) = Unsurlar = Nedir? 

İnsan bedeninin ve diğer canlıların ilk cüzlerini oluşturan basit yapıda cisimler. Unsurlar asla 
farklı farklı şekillere ayrışmaz. Unsurlar, karışımlardan bir kısımdır ve unsurların bir araya 
gelmesiyle de çeşitli canlılar meydana gelmektedir. Unsur dört tanedir ve ikisi hafif diğer ikisi 
ağırdır. 

Hafif olanlar; ateş ve hava 
Ağır olanlar; su ve toprak 

*Su ve toprak daha ağırdır, böylelikle organların oluşumuna yardımcı olur. Ateş ve hava daha 
hafif olması sebebiyle de organların hareketlenmesine yardımcı olur. Gerçi ilk hareket 
Allah'ın talimatıyla gelen; candır. 

Mizaç Nedir? 

İki zıt mikro maddenin reaksiyonundan meydana gelen bir tür kondisyondur. Bu tepkimede, 
bir ya da birkaç maddenin bir kısmıyla, çeşitli maddelerin bir kısmının karışması sonucu 
birbirine etkilemektedir ve bu karışımdan benzer kondisyon doğmaktadır, bu duruma mizaç 
denir. 

Unsurların kuvayi evveliyesi (ilk güç) şöyledir: 

1. Sıcaklık 

2. Soğukluk 

3. Islaklık 

4. Kuruluk 

* Kadınların mizacı erkeklere göre daha soğuktur ve bundan ötürü de yaratılışta erkeklere 
oranla daha zayıftır. 

Hılt = Salgı = Humour Nedir? 

Nem içeren madde. Yemek önce hılta ya da salgıya dönüşmektetir. 

Dört Salgı: Balgam, Safra, Sevda, Kan 

Dört salgıya göre tedaviler gerçekleşiyor. Bir örnek getirelim: 


*Eğer sevda artar da karaciğer ve mideye yerleşirse, kan oluşumu ve iyi salgılar azalır ve 
bunun sonucunda kan azalır. 




Organların da kendine göre mizaçları, kuvayi evveliyesi var. Mesela beynin soğuk kalbin 
kuru olması gibi. 

* Düşlemeler salgıları tetikler. Öyle ki kırmızı renge bakmakla kan hareketlenir ve bunun için 
burun kanaması olan birisine kırmızı eşyaya bakmasına izin verilmez. 

Organların şekillenişinde, organlar basit ve birleşik olmak üzere iki ana başlıkta incelenmiş. 

Basit Organ: Organın tüm kısımları birbiriyle benzer ve ortaktır. Kas ve kemik gibi. 

Birleşik Organ: Bir organın kısımlarını oluşturan her kısım bir diğeriyle benzer özellikler 
taşımaz. El ve yüz gibi. Yüzün bir kısmı yüz değildir, elin bir kısmı da el değildir. 

* Sinir; organın his ve hareketini tamamlayıcıdır. 

Organları dörde sınıflandırıyor ve sadece temel organlar sınıfına değiniyoruz. 

Temel organlar şunlar; kalp, beyin ve karaciğer. 

Eklem çeşitlerine de değiniliyor, mesela sabit eklemde sternum örnek veriliyor. Aslında bir 
nevi Gray metodu da denilebilir. Bundan sonra genel itibariyle kaslara değiniliyor. Kasın 
bağlanması, ne tür harekete sebep olduğu gibi. Baş süturlarının tümü belirtilmiş. Diş adlarıyla 
ve sayılarıyla belirtilmiş. Omur yani vertebra da belirtilmiş, boyun omurlarının yedi tane 
olduğu ve ilk iki omurun yani atlas ve axisin de diğer beş omurdan daha farklı olduğu da 
kayıtlı. 

Tüm iskelet sistemini ayrı ayrı incelemiş. Mesela; bilek birkaç kemikten meydana gelmiştir 
diyor. Neden, çünkü bilekte tahrip oluşması durumunda diğer kemiklere de sıçramaması için. 
Bilek kemiklerini yedi olarak saymış, diğer kemiğin ona eklendiğini söylemiş İbni Sina ve bu 
kemiklerin arka arkaya iki sıradan oluştuğunu da belirtmiş. 

Demek ki o devir hekimleri iskelete dair temel bilgilere sahipler. 

Kas sisteminin tümüne değinildi. Yüz kaslarından; göz, burun ve ağız etrafındaki kaslardan ve 
çene kaslarından bahsedildi. 

İskeleti bitirdikten sonra kaslara geçiyor ve kasları bitirdikten sonra sinire ve sonra da arter ve 
venlere. 

Sonra hastalıklara geçiyor. Hastalıkları da basit ve birleşik olmak üzere iki başlıkta topluyor. 
En basitinden, hastalığın türlerine değiniyor, cilt rahatsızlıklarına değiniyor, ciltte oluşan 
yaraların türlerini tek tek ele alıyor, onları birbirinden ayıran özelliklere değiniyor. Mesela, 
şişkinliklerin sebepleri nelerdir; mizaçta gelişen bozunmalar olabilir veya başka başka 
sebepler. Hastalıkların bazılarının genetik bazılarının ırklara has olduğu da belirtiliyor. 

Mevsimlerin de kendine göre mizaçları var, mesela yaz mevsimi kuru ve sıcaktır. 

* Kirli hava, soluğu zorlaştırıp salgıları artırır. 


* Kirli havanın iki alameti; küçük yıldızlar zoraki gözükür ve parlak yıldızların parlaklığı 
düşüktür. 




* Kuzey rüzgarı bedeni güçlendirir ve sindirimi kolaylaştırır. 

Ve mevsimlerin durumlarına göre gelişebilecek hastalıklara da değiniyor İbn Sina. 
Bölgelerin hava koşullarına, mevsim şartlarına göre de insanlar üzerinde etkisi var. 
Kuzeylilerle Güneylilerin huyları ve yapıları fark eder. 

Genel olarak îbn Sina, bir külli - genel bakıyor ve felsefesiyle yaklaşıyor. İsnat ettiği 
kaynaksa dört unsur, kuruluk, soğukluk gibi. 

Şöyle bir şey var yaklaşımları yaratılışa dayalı böyle olunca da kesin yargılar elde 
edebiliyorlar ancak mikroskobik çalışmalara erişim sağlanamadığı için şimdiki teknolojiyle 
kıyas dahi edilmez. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (İkinci Bölüm) 



01 Aralık 2017 


Başlık; idrar ve dışkı, ibni Sina idrar ve dışkı başlığını 13 alt başlıkta ele almış. Neden böyle bir konuya 
değinmiş kendisi? Çünkü idrar muayenesi yoluyla hastalıkların teşhisi için. 

Hastalığın teşhisinde idrarın ne tür özellikte olması gerekli, birkaç husus şöyle: 




* İdrar, sabahın ilk idrarı olmalı, böyle bir idrar akşam boyunca oluşup uzun müddet idrar torbası / 
mesanede kalmıştır. 

Hasta, akşamdan idrarın rengini, miktarını, kıvamını etkileyici gıdalardan uzak durmalı. Mesela, safran 
ya da nar gibi idrarı sarı ya da kızıla dönüştürücü gıdalar tüketmemeli. 

idrar sahibinin cildi herhangi boya maddesiyle boyanmamış olmalı. Mesela kına gibi boya maddesiyle 
boyalı olmamalı. Oruçlu olmamalı vesaire. 

Kontrol edilecek idrar altı saatten fazla bekletilmemeli. Çünkü elde edilecek sonucun doğruluk payı 
zayıf olacaktır. Ama ibni Sina'nın görüşüne göre, idrarın bir saatten bile fazla bekletimemesi gerekir. 

*Tüm idrar cam şişeye konulmalı. Cam şişe güneş ışığından korunmalıdır. 

idrarda müşahede edilen alametleri yedi adet olarak saymış ibni Sina; renk, koku, kıvam vs. 

idrarın renkleri; sarı ve tonları (altı adet), kızıl, yeşil, siyah. 

Ve renklere göre de hastalıkların teşhisini ediyor, mesela eğer idrar kırmızıdan safrana dönük bir 
renkte olursa genellikle safra kesesi hastalığına işaret demektir. 

*Eğer kadın idrarında mavi renk apaçık belli olursa, hamileliğin başlangıcına delildir. Eğer kızıla çalarsa 
öyle ki sallamanın etkisiyle idrar koyulaşırsa, hamileliğin sonu olduğunun belirtisidir. Yeni doğum 
yapmış kadının idrarı genellikle siyah tondadır. 

Dışkı /Medfu /Boraz 

* Dışkının durumundan sonuç elde etmek için bu hususu dikkate almalıyız. Dışkının miktarı, şahsın 
yemeğiyle aynı oranda mı yoksa yemeğinden az ya da çok mu, burası önemli. Eğer yemeğinden çok 
olursa demek ki hılt yani salgıları çoktur manasına geliyor. 

idrar ve dışkı bahsini burada sonlandırıyorum, genel bir bakış açısı zihinlerde oluşmuştur sanırsam. 

İbni Sina sağlık ve hastalık başlığında tıp bilimini iki bölümde inceliyor; teorik ve pratik. 

Pratik olanıysa iki kısımdan oluşuyor; hıfzüssıhha yani sağlıklı bedeni hastalıktan koruma, diğeriyse 
hastalığa yakalanan bireyi sağlıklı haline geri döndürme. 

Bebek bakımını da ele almış ibni Sina. Emziren anne iyi ahlaklı olmalı. Olumsuz etkiler karşısında öfke, 
kızgınlık, hüzün gibi tepkiler vermekten kaçınmalı. Çünkü bu tür durumların mizaç üzerinde etkisi 
vardır ve doğal olarak da süt içen bebeğe de yansıyor. İbni Sina bir kaç talimattan sonra çocuk 
hastalıklarına ve tedavisine değiniyor. Mesela çok ağlamanın etkisiyle eğer bebeğin göbeğinde 
şişkinlik gözlenirse ya da herhangi sebeple fıtık oluşursa şunu şunu yapın diye talimat veriyor kendisi. 
Durmadan ağlayan bebekler için de reçetesi hazır İbni Sina'nın. 

*Çocuk altı yaşına eriştiğinde onu öğretmene yollayın. 

Şimdi de spor zamanı. Spor konusunda epey bir durdu ibni Sina. İlk önce spor nedir? Spor, iradeye 
bağlı harekettir. 

Spor, istemli ve istemdışı olmak üzere iki türdür, istemdışı yani günlük hayatta yaptığımız eylemler, 
istemli olansa yani iradesel, iradeyle gerçekleştirilmiş özel spor, ibni Sina 30 çeşit spor sayıyor, 





bunlardan bir kaçı şöyle; halat çekme, güreş, bilek güreşi, koşu yarışı, sopayla topa vurma, at biniciliği, 
ağırlık kaldırma vbg. 

Her organın da kendine ait sporu var. Mesela gözün sporu, küçük cisimlere bakmak ve bazen de 
küçük cisimden büyük cisme bakarak yavaş yavaş geçiş. 

Mevsimlere ait spor vakitleri de fark ediyor. Kış ayında sporun ikindiden sonra akşam vakti olması 
daha iyi. 

*Eğer kilolu olan birisi, zayıflamak isterse, boş karınla hamam / banyoya gitmeli ve uzun müddet 
orada kalmalıdır. 

Günlük Beslenme 

Sağlıklı beslenmek isteyen birisi sebze ve meyve gibi yiyecekleri ana yemeği karar kılmamalı. 

En iyi yiyecekler; et (özellikle keçi yavrusu ve kuzu eti), buğday, hoş kokulu içecekler... 

Yemeğe benzer meyveler; incir, üzüm ve hurma. 

* Ekşi yiyecekleri yemede aşırıya kaçma insanı çabuk yaşlandırır. 

* Eski sporcular, çeşit çeşit yemeği birlikte yemekten uzak dururlardı. Öğle yemeğinde sadece et 
yerlerdi, akşam yemekleri ekmekten ibaretti. 

*Aç karınla uyumak kötüdür ve gücü yok eder. 

*Sırt üstü uyumak çok kötüdür. Kabus, kriz gibi durumlara sebebiyet verir. 

Spor sonrası yorgunlukları üçe ayırmış, Türkçe karşılığını bulmak çok zor, ne desem saçmalamış 
olurum, neyse en uygununu demek gerekirse; yara-sal, kasılmaya bağlı, şişkinliğe bağlı jj Ç 

Saymış olduğum üç yorgunluğun belli belirtileri var. Mesela yara-sal yorgunlukta hani yaraya 
dokunursun da bir acı hissedersin, öyle bir ağrı durumu işte. 

Yaşlılar Hakkında 

Yaşlılar sıcak ve rutubet içeren gıdalara daha çok gereksinim duyarlar. Uykuları gençlere göre daha 
çok olmalı vbg. 

Yaşlıların sporları nasıl olmalıdır, masajları, yemeleri içmeleri gibi hususlar da tek tek incelenmiş ancak 
ben burada iktifa ediyorum. 

Sonra mevsimlerin özelliklerini ele alıyor ibni Sina. Mesela, yaz ayında yiyecek ve içecek daha az 
tüketilmeli ve spor da aza indirilmeli. Evde ya da gölgede olmak yerinde bir davranış diye de ekliyor. 
Elbette o zamanın şartlarıyla günümüz şartları fark ediyor. 

Hastalıkların Önlemi 

*Eğer birisinde sürekli kalp çarpıntısı varsa, çaresini bulmalı ki küttedek ölüvermesin. 

Çeviride çarpıtılmıştık yoktur. Ne halin varsa gör demiyor, kendisinin ilaç tedavisi yerinde mahfuz 
zaten, yani hafife alma demeye getiriyor. 



*Eğer iştahında artış olursa ya da azalma olursa bil ki bu durum bir hastalığın habercisidir. 

Tedavi / Mualece: Tedavi yöntemini üçe ayırmış: 

-Sağlık ve Beslenme 
-ilaç Kullanımı 
-Masaj 

* Bir kişi meyve ya da sebze fazla tüketiyorsa, gıda hacmi fazladır ancak besleyicilik yönü azdır. 

Yemeği keyfiyet ve kemiyet açısından incelemiş. Mesela, bir yiyeceğin ne kadar az tüketsen dahi 
besleyicilik yönü fazla olur ya da ne kadar çok tüketsen dahi besleyicilik yönü azdır. Mesela hastanın 
yemeğe eğilimi artmıştır. Bu hastanın midesini yemekle doldurursun ama kalorisi az olan yiyecekle. 
Besleyicilikten kastı da bu olmalı muhtemelen. Bunu diyetisyenler uyguluyordur muhtemelen. 

Hacamat, sülük gibi tedavilere de küllice değiniyor. 

Birinci cilt burada sonlandı. Anlayacağınız üzere birinci ciltte temel ve genel konulara değinildi. Şimdi 
ikinci cilde kapı aralayalım. İkinci cilt katkı maddesi olmayan sade yapıda doğal ilaçları ele alıyor 
ki Adviye-i Müfrede olarak bahsetmiş İbni Sina. Yani kısaca bitkisel farmakolojiye giriş yapıyoruz. 
İlaçların mizaçlarını tafsilatlı şekilde incelemiş. Dış faktörlerin ilaç üzerinde etkisini ele almış. Mesela 
bazı ilaçları haddinden fazla öğütürsen ya da havanda döversen özelliğini yitirebilir bazısı da aksine 
daha da kuvvet kazanır, iki farklı mizaçta ilacı yan yana koyarsan birbirlerini etkileyebilir, bunun gibi 
etkenler anlayacağınız. İlaçlar nasıl toplanmalı ve saklanmalıdır? Bu da önemli tabii, ilaç dediğimizse 
bitkiler oluyor. 

Sonra ibni Sina ebced harflerine göre ilaçların adlarını ve özelliklerini birer birer ele alıyor. Elif harfiyle 
başlamış. Mesela anason, iranlılar enison diyor-muş. Öncelikle bu anasonun mizacı nedir; sıcak ve 
kuru. Sonra solunumdan tutun sindirim organlarına kadar, kozmetiğinden tutun baş bölgesi 
faydalarına kadar hepsini ayrı ayrı ele alıyor. Absinte - Afsentin - Pelin otu göz altı morluklarına iyi 
geliyormuş. Bazı bitkiler tenya gidericiyken bazısı eklem ağrılarını gideriyor. Toplamda Elif harfiyle 
başlayan 77 adet bitkiyi inceliyor ibni Sina. Sonra be harfinden devam ediyor ve derken cim ve 
tamam. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (Üçüncü Bölüm) 








T 

ibn-i Sin; 



■pl T 7~ A \ TT 

rH 1 İv ZA v. 1 


• 

İ v 1 “x\i\.J lN V 

1 - W 

« 

W • 

• 

• 

i • 

Jrl I “ 11 

özeti 


3.Bölüm 

pl 


• 

• 

/ _ 

>4 • _ 

•• 

S, 

Tm'&.i 



01 Aralık 2017 


ibni Sina ikinci ciltte bitkileri ve bazı hayvanların insan sağlığına getirilerini; güzellik, şişkinlikler, 
yaralar, eklemler, baş bölgesi, göz hastalıkları, solunum bozukluklukları ve göğüs hastalıkları, boşaltım 
organları, ateşlenmeler, çeşitli zehirler başlıkları altında her bitkiyi inceledi. Biraz da bundan dolayı 
ikinci cilt biraz ağır ve yorucu geldi. Yani her bitkiyi saydığım on küsur başlıkla ele aldı, bazı bitkiler üç 
beş sayfa sürerken bazılarını da açıklarken üç satırla yetindi. Toplam kaç bitki içerdiği belirtilmemiş. 
Sadece Elif harfinin 77 bitkiden oluştuğunu varsaysak, tabii bazı harfler de altı ya da yedi bitki 
içerebiliyor, üç yüz dört yüz tane muhtemelen vardır. 

Cim harfinden devam ediyorum: 

Cevz ya Cevizle başlamış İbni Sina. Cevizin mizacı sıcak ve kuru. Pek ilgi çelen bir özelliğini okumadım. 
Cevz-i hindi, yani Hindistan cevizi de sıcak ve kuru. Hindistan cevizinde İbni Sina şöyle diyor: 

*Hindistan cevizi yedikten bir saat sonra yemek yiyin. Hindistan cevizi yağı eğer eski olursa kurt ve 
tenyayı öldürür ve dışarı atar. 

*Horoz çorbası bronşitin ilacıdır. 

*Çınar kabuğu sirkeyle pişirilirse diş ağrısını dindirir. 

Bazı bitkilerin Türkçe karşılıklarını bulamadığımdan, faydalarını bahsetmekte gerek görmüyorum. 




Mesela diş ağrısı için çok fazla bitkiden örnek verildi, sadece çınar kabuğu ve sirke değil. Bu sadece bir 
numune olsun diye ekledim, bronşit de öyle. 

*insan kanı, domuz kanıyla tamamen benzerdir. Öyle ki domuz etiyle insan etinin hiçbir farkı yoktur. 

Bir kasabın insanlara domuz eti diye insan eti sattığını da anlatıyor ibni Sina, kasabın psikolojisi nasıl 
bir psikolojiyse. 

*insan kanı hakkında deneyler yapmak isteyen kimse, domuz kanı üzerinde deney yapsın. 

*Tavşan kanı sıcaktır, yüzdeki siyah noktalara faydalıdır. Kurbağa kanı, saçın gelişimini engeller. Çöl 
kaplumbağasının kanı şurup haline getirilirse, sara hastalığının ilacıdır. Baykuş kanı, bronşit hastalığına 
birebir. 

Daha neler diyerek burada noktalıyorum, tabii kim yapar bunları. 

*Gül yağı, beyni güçlendirir ve zekayı artırır, mizacı mutedile yakındır. 

Dürrac ya da Çil kuşunun eti de beyni güçlendirip zekayı artıyormuş. 

*Zencefil, hafızayı arttırır. 

*Safran, kalbi güçlendirir ve iştah kesicidir. 

Dışkıyı da getirmiş İbni Sina. Zibil ya da medfu ya da bizim bildiğimiz dışkının da faydaları 
varmış.Mesela koyun dışkısı sirkeyle beraber siğillere iyi geliyormuş. İbni Sina'nın dediğine göre; fil 
dışkısının hamileliği önleyici etkisi olduğunu duydum, diyor kendileri. 

Zibilden sonra zeytine geçmiş ibni Sina. En kaliteli zeytin yağının olgunlaşmamış zeytin yağı olduğunu 
vurguluyor. Yabani zeytin yağının saçın beyazlamasını engellediğini de belirtmiş. Bu arada 
olgunlaşmamış zeytin yağının mizacı; soğuk ve kuru. 

*Yabani zeytin yağıyla gargara yapmak, diş eti kanamalarını önleyip, sallantılı dişleri sağlamlaştırır. 
*Zeytin yaprağının usaresi, göz çıkıklığının ilacıdır. 

*Karın bölgesi, arpa unu ve zeytin merhemiyle sarılırsa, kronik ishalin ilacıdır. 

Kınadan bahsederken ilk önce kınanın tanıtımı yapılıyor. Kına bodur bir ağaç, yaprakları zeytin 
yaprağına benziyor gibi. 

*Kına yağı, yorgunluğu gidericidir ve kemik kırılmalarında olumlu sonuçlar verir. 

Şahtere bitkisini ister ye istersen sür, saç dökülmesinden alıkoyar. Ve yakılması durumunda, dumanı 
böcekleri kovucudur. 

*Harmel ya da üzerlik tohumunun solüsyonu eklem yerine sürülürse eklem ağrısını giderir. 

Ebucehil karpuzu, cüzzam ve varislere iyiymiş. 

Hadid ya da demir, İbni Sina demirin üç tip olduğunu söylüyor; şapurgan, birmahen ve fulat. fulat 
türünü halkın ürettiğini de belirtiyor. Fulat yani çelik. 





Ve hayye parantez içinde mar yani yılan. Yılanın birkaç faydasına değineyim. 


ibni Sina Kanun kitabını Arapça yazdığından doğal olarak bitki ve hayvan ya da maden isimlerini de 
arapça nakletmiş. Mütercimse parantez içinde farsçasını da eklemiş. 

Neyse, yılan... 

En iyi yılan eti, dişi yılana ait, en iyi yılan derisi ise erkek yılana aittir. 

Cüzzamın en iyi ilacıymış. 

*Külliye-i Etibba (tüm tabipler), yılan yağının (piye) gözde suyun oluşmasını önleyici olduğuna dair 
görüş birliğindedirler ancak hiç kimsenin bunu uygulamaya cesareti yoktur. 

Gözde su oluşumu nedir, pek bir fikrim yok. 

*Adam otu uyku getiricidir. Koklandığı durumunda uyku getirir. 

Burada ilginç bir bilgiden bahsetmiş ibni Sina. Adam otunun sersemleştirici özelliğinden ötürü, mesela 
ameliyat yapılacak yani hehangi bir organı dağlama ya da kesme biçme durumunda eğer hastaya 
adam otundan verilirse derin bir uykuya geçiyormuş. Ve ameliyat esnasında hiçbir ağrı 
hissetmiyormuş. Üç dört saat kadar uyanmıyor. Ama adam otu çocuklara iyi değil. Eğer herhangi bir 
çocuk, adam otu yerse, ishal ve istifrağa duçar oluyor ve sonunda da ölebiliyor. 

Beşparmak akçaağaç diye bir bitki var. İbni Sina dört sayfa kadar bahsetti bu bitkiden. Ama çoğunluğu 
bitkinin zahiri özelliklerini kapsıyor. Demek ki bu bitkinin tüm bitkiler arasında farklı bir yeri var. Zehir 
özelliği var. Mesela, eğer şırası havuza dökülürse, havuzdaki tüm balıklar su yüzüne çıkıyor ve 
ölüyorlar. Şırasının tüy dökücü özelliği de var. Sonra kafura geçiyor. Kafur çabuk yaşlanmaya sebep 
oluyor, saçı beyazlaştırıyor ve uykusuzluğa sebep oluyor. 

Şimdiye kadar, yüz sayfanın özetiydi, biraz daha kısaltmak için atlaya atlaya gideceğim. 

Lam harfindeyiz. Ladinle başlamış ibni Sina. Ladin ya da Lazin diye belirtilmiş. Bizim dilimizde Latin 
çiçeği ya da Nasturtium olarak da anılıyor. Neden lazin denildiğine dair bir hikayesi var ama hiç 
girmiyorum. 

*En iyi kuş eti sırasıyla şöyle; bayağı sülün, tavuk, keklik, bayağı kum kekliği ve çil kuşu. 

*Nihas ya da bakırın çeşitleri bulunmakta. Kıbrıs bakırı, sarıya dönük kızıl renkte olup diğer türler 
arasında en iyi olanıdır. Saçı siyahlaştırır. 

Senderus'un Türkçe'si nedir diye internetten bakarken ilginç şeylerle karşılaştım. Murad tılsımında 
kullanılıyormuş. Medyum tarifi anlatmış altta da yorumlar yazılmış, ellerine sağlık çok güzel 
paylaşımlar diye! Tılsım olayı, gizli güçler falan zaten ilgiçelen bir konu ama bence bu sadece Allah'la 
arasında manevi kopukluk yaşayanlar için ilgiçekici olabilir. Adamın Allah'ı varsa her şeyi vardır zaten, 
insanın asli değeri böyle elde edilmez, itaattle mümkündür, onu da Allah belirlemiştir zaten. Sonra 
bununla alakalı bir şey daha anlatacağım, ondan kısaca değindim. Neyse yazılışıyla aynıymış, Sandoroz 
da deniliyormuş. Neden böyle bir bitkiyi anlatma gereği duydum, çünkü malum bayanların kilo 
sıkıntısı var. Çare olabilir diye. Diyor ki İbni Sina: 





*Kim zayıflamak istiyorsa, her gün 3-4 dirhem sandorosu su ve iskencebin içerisinde eritsinler ve 
yesinler, çok etkilidir. 

iskencebin İran'da hazır satılıyor. Kendiniz de hazırlayabilirsiniz. 

*Sandorosun, diş etini sağlamlaştırmada ve diş ağrısını dindirmede eşi benzeri yoktur. 

*Servi ağacının meyve, dal ve yaprakları ateşe atılırsa sivrisinekleri kovar. 

*Sedef otu, soğan ve sarımsak kokusunu giderir. Kulak kurdunu öldürür ya da diri diri kulaktan dışarı 
atar. 

O devirde demek ki millet böceklerle sülüklerle epey bir sorun yaşamış. 

*Betel biberi (tonbul), hoş kokusu var, Hindistanlılar betel biberini ağza hoş koku vermek için 
kullanıyorlar. 

Biryonia ya da Çit kökü-nün kök kısmından bir dirhem kadar yenilirse fetüsü anne karnında öldürür. 
Değişik isimleri de var, Farsçası hezarguşan olarak belirtilmiş, Arapça'sıysa faşira. 

*Şakayık bitkisi, sara hastalığının ilacıdır. Şakayık bitkisini masru-ya (sara hastasına) bağlarlarsa, sara 
olmaz. 

O devirde sara hastalığı çok sık rastalnıyor anladığım kadarıyla. Çünkü hastalığın adı çok geçti. Akrep 
zehirlenmesi de çok sık görülüyor olmalı ki epey bir bahsi geçti. 

*Tahtakurusu, keneye benzer canlı olup Şam bölgesinde sıklıkla görülür, yataklarda rastlanır. Şarapla 
birlikte yenildiği takdirde, sülüğü boğazdan dışarı çıkarır. 

*Tüm halkın dediğine göre, farenin kesilip akrep ısırığının olduğu yere yatırılması iyidir. 

Faustus denilen bir zat var. ibni Sina Falilun bitkisinde, Türkçesini bilmiyorum, Faustus'tan 
bahsediyor. Falilun bitkisinin bir dişisi var bir de erkeği. Faustus diyor ki eğer bu falilun bitkisinin 
dişisini hamile kadına yedirirseniz kız çocuğu dünyaya getirir yok eğer erkeğinden yedirirseniz erkek 
çocuğu. İbni Sina bunu diyor. 

ibni Sina devam ediyor, diyor ki; Faustus bey, bu bitkiyi denemiş ve halka da bunu aktarmıştır ya da 
hiç deney yapmadan böyle birşeyin mümkün olduğunu da söylemiş olabilir. 

Ben kitapta zikredilen hekim adlarının hepsini bir köşeye not aldım. İbni Sina kimlerden istifade etmiş 
diye. 

Rufus, Pulus, Homo, Dioskorides, Huneyn, Endülüslü Yusuf, Huzi, ibni Maseveyh, ibn Batrikve Galen, 
bir de bir kereliğine mahsus Faustus. 

Galen ve Dioskorides'in adı çok geçti. Galen ya da Calinus, İbni Sina için önemli bir isim. Dioskorides 
de. Dioskorides Osmanlı dönemi kitaplarında adı Skoridos olarak geçiyormuş. 


Faustus'u da merak ettim, internetten bakındım, VVİkipedia'da şu geçiyor: 





FAUST ya da Faustus, 16. yüzyılda yaşadığı söylenen ünlü bir büyücüydü. Olağanüstü gücü ve şeytanla 
yaptığı anlaşmaya ilişkin birçok söylence vardır. O tarihlerde yaşamış bilginlere göre, bu adda bir 
hatta iki kişi vardı ve bunlardan birinin şeytanla yakın ilişkisi olduğuna inanılıyordu. 

Bunu aklınızın bir köşesinde bulundurun. Gerçi tarih on altıncı yüzyıldan bahsediyor, ibn Sina 10 - 11. 
yüzyılda yaşamıştır. Ancak muhtemel bir bağlantı da olabilir olmayabilir. 

Kamıştan bahsediyor ibni Sina, yedi çeşidine değinmiş, içi dolu kamıştan ok yapılıyormuş. 

*Yavşan otunun iki türü vardır, Rum ve Türk. Yağı, sakalı çabuk uzatır. 

*Kırlangıç otu: Bazen bir kırlangıç yavrusu kör olur ve anne kırlangıç, yavrusu için kanatlanır ve 
kırlangıç otunu getirir ve yavrunun gözleri iyileşir. 

Bunu da aklınızın bir köşesinde bulundurun. 

2. cilt burada bitti. Şimdi üçüncü cilde kısa girişle Kanun'u sonlandıracağım. 

Üçüncü cilt iç ve dış tüm hastalıkları işliyor. Baş ve beyin hastalıklarıyla başlıyor İbni Sina. Beynin 
mizacı soğuk ve yaştır. Neden soğuk ve yaş olduğuna dair üç delil getiriyor. Ancak geçiyorum. Beynin 
ön bölgesi arka bölgesine oranla daha yumuşaktır diyor ve yine sebebini açıklıyor. 

*Bazen işitmede komple bozukluk görülür, işitme kaybı fazla soğuktan kaynaklanmış olabilir. Hasta 
duyuyordur ancak ses sanki uzaktan geliyormuş hissine kapılır. Bu durum, beyinde nem ya da yaş 
artışının fazlalığına işarettir. 

* Bir diğer beyin hastalığı da unutkanlıktır. Bu hastalık ya zihnin dirençsizliğinden kaynaklanır ya da 
zihin komple devredışıdır. Galen, bu konuda bir hikaye anlatır. Habeşistan'da (bugünkü Etiyopya), 
meydana gelen savaşın ve cinayetin etkisiyle, cesetler çürümüştü. Halk kötü ceset kokusundan ötürü 
unutkanlık hastalığına yakalandı. Bu hastaların birçoğu kendi adlarını ya da babalarının adlarını 
unutuyorlardı. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (Dördüncü Bölüm) 










K 



01 Aralık 2017 






özeti 


4.Bölüm 




Üçüncü cilt genel açıdan hastalıkları ele alıyor. Üçüncü cildin çoğu gitti azı kaldı ama hala 
baş bölgesi hastalıkları bitmedi. Kulak, ağız, dil, baş hastalıkları ve diğer hastalıklar gibi o 
devrin rastlanagelen, görülmüş hastalıklarını anlatıyor İbni Sina, sonra da reçeteyi yazıyor. 

Eğer beyinde mizaç bozukluğu (sui-mizaç) varsa, niçindir ve ne yapılabilir? 

Dokuz maddede ele almış İbn Sina. Mesela, suimizaç eğer sıcaklıktan kaynaklanırsa, nasıl 
alametleri vardır gibi, en basitinden uykusuzluk ve gözde kırmızılık vbg alametleri olabilir. 

Baş ağrılarını uzunca irdeledi. İçinden bir cümleyi direkt aktarıyorum: 

*Bir grup Hintli doktorlar diyor ki; belki de baş ağrısı, baş çevresinde yerleşik kurtların 
hareketi ve dokuyu yemesiyle kaynaklanmış olabilir. Ama bazı doktorlar bu görüşü 
reddetmişlerdir. Kendi görüşüme göre; bu görüşü tamamen reddetmemizin gereği yoktur. 
Çünkü başın orta-ön kısmında ve burun deliğinin yukarı kısımlarında birçok kez görülmüştür. 

Birkaç şey; doktor gruplaşması, karşılıklı red-leşmeler, bazı bulguların çürütülme ihtimali, 
Hint doktorlarının devrede olması vesaire. Bir de, kurdun ihtimalinin ürpertisi. 

*Baş ağrısını yatıştıran diğer bir nokta da, iki ayağa da masaj uygulanmasıdır. Çoğunlukla, 
baş ağrısı olan hastanın ayaklarma masaj yapılırsa, masajın etkisiyle uykuya dalar. 

*Filkaryus buyurur ki baş ağrısı durumunda, alın damarına kesik atmak, başa hacamat 
yapmak, elleri ve ayakları sıcak suya koymak, azıcık yürüyüş en iyi ilaçtır. 

jyj'M^Filkaryus Yunanlı bir bilim adamı.Türkçe karşılığını bulamadım. 









Sokrates de bir yerde hacamatı öneriyor. 


Safran baş ağrısına faydalıymış ve uykusuzluğa da. 

Bir tür beyin hastalığı olan Deliryum'a da ayrıntılı şekilde değiniyor İbni Sina. Deliryum ya 
da kitaptaki tabirle ’Sersam’. Sersem de buradan geliyor. Deliryum'un da çeşitleri var; 
Karanitis, Lisergis, Sabari gibi. 

Eğer Deliryum hastasının beyninde şişkinlik oluşursa, bakılır, beynin ön, arka, yan, orta 
kısmındaysa ona göre teşhis edilir. Eğer beynin arka bölgesinde oluşursa, hasta şiddetli 
unutkanlığa müptela oluyor. Her şeyi anında unutuyor. 

İbni Sina, psişik bir hastalık olan Mani ya da Mania'ya da değiniyor. Malihülya'yla yakın 
irtibatta. Mania biraz daha sınırı aşkın. Hastanın tipi yırtıcı hayvanlara benziyormuş. 

Şişman ve beyaz tenliler Malihülya'ya daha seyrek yakalanıyor, buğday tenliler sıklıkla 
yakalanıyor. 

Malihülya’nın bir çeşidi olan Kutrub hastalığı da tam bir bunalım hali. Şahıs, her canlı 
varlıktan nefret ediyor, halktan uzaklaşıp kabristanlığa yöneliyor. Geceleri beliriyor, 
gündüzleri kayboluyor. Somurtkan, tedirgin... 

Kutrub su yüzeyinde daima hareket halinde olan bir böcek türüymüş. Kutrub hastası da aynen 
öyle. Daima hareket halinde, bir saat bir yerde sabit kalamıyor, yürüyüş yapıyor ama durağan 
değil. 

Kutrub’dan sonra "Aşk" hastalığına değiniyor İbni Sina. Enterasan. Aşk hastalığında hasta 
sürekli maşuğunun hayalinde. İlahi de olabilir beşeri de. Ama geneli ele alalım. Mesela diyor 
ki İbni Sina, genelde aşık maşuğunun adını söylemez. Al diyor aşığın elini, nabzını tut sonra 
halk içinde olan isimleri say, elbet bir yerde nabız farklılaşır diyor. Şehirleri say, bölgeleri 
say, mekanları say... İbni Sina kendisi anlatıyor, bir aşık varmış öyle, aşk hastalığının etkisiyle 
türlü türlü hastalıklara yakalanmış, zayıflığın zirvesine çıkmış, sonra visal gerçekleşince de 
adam kilo almış ve eski gücü yerine gelmiş, toparlamış kendini. Sonra diyor ki, insanın mizacı 
ruhsal fikirlerinin etkisi altındadır. 

Sara ya da Epilepsi hastalığına da tafsilatlı değindi İbni Sina. Mesela, Malihülyanın Sara'ya 
dönüşme ihtimali olduğu gibi Sara'nın da Malihülya'ya dönüşme ihtimalinden bahsediyor. 

Sara beyin orijnli de olabilir başka sebeplerle de olabilir, bunu da belirtiyor İbni Sina. Sonra 
açıklıyor. 

İnme’den bahsederken, Hipokrat'm yorumunu getiriyor. Hipokrat diyor ki, eğer inme şiddetli 
olursa şifası yok, hafif olsa da kurtulması kolay değil. Bundan sonra Hipokrat'm adı çok 
geçiyor. İkinci ciltte Dioskorides ve Galen çok anılmıştı burada da Hipokrat. Tabii farsçası 
Bokrat olarak anılıyor. Sokrates de Sokrat olarak geçiyor. 

Otla bitkiyle şifa mı bulunur, tedavi mi olunur diyenler delillerini bir bir saymalılar. Bir şeyde 
şifa ve sağlık gizlenmişse demek ki bulunur. Olmayan şeyi nasıl bulasınız? 

İkinci şey de şu ki, üç beş otu belli miktarda alıp kaynatmak ne kadar masraflı olur ki? Yeri 
gelmişken de belirteyim, kullanılan birimlerse, okka, dirhem, rıtl, kırat, miskal gibi ağırlık 
birimleri. İbni Sina genelde bunlara değiniyor. Her neyse, soru şu, eğer iki yöntemle sonuç 




alınabiliyorsa, masrafsız ve zarar oranı daha az olan tercih edilmemeli mi? Ben galiba çok 
şüpheciyim. Kafamda bin tane soru işte. Ama ne buyurur hadis, insan bilmediğine düşmandır. 
Bilse... 

Aşırı gece uyanıklığı beyin sağlığına iyi değil diyor İbn Sina, uzak durun saygıdeğer 
öğrenciler. 

Sinir hastalıklarına sıra geldi. Felce değiniyor. Felç kelimesi Arapça'da bedenin yarısı 
manasına geliyonnuş. Felç belden aşağısını değil de sadece pannağı da tutabilir elbet. Güney 
bölgelerde yaşayanların, elli yaşından sonra felç durumları sık görülüyonnuş. Felç darbeden 
de kaynaklanmış olabilir. Eğer sinir tamamen zedelenmediyse iyileşme durumu vardır diyor 
İbni Sina. Felç hastasının yiyeceği nasıl olmalıdır, buna da değiniyor. Kasaca felç böyle. 

Sonra göz rahatsızlıklarına değiniyor. Burada göz doktorları tabiri gözüme çarptı. Göz 
rahatsızlıklarına uygun ilacı hazırlamak göz doktorunun bilgisine ve becerisine kalmıştır diyor 
İbni Sina. 

Göz hastalıklarında, mesela şaşılığa, istemdışı gözyaşı, gözde leke, göz küçülmesi vbg 
hastalıklara değiniyor. Mesela diyor ki, eğer şaşılık doğal olursa iyileşmez. Elbette bugünün 
şartlarıyla o devirde mümkün olmayanlar bugün mümkün oluyor. 

*Ve bil ki, daima, pişmiş ya da kızartılmış şalgam yemek görmeyi güçlendirir. 

Gece körlüğüne değindikten sonra gündüz körlüğüne de değiniyor. Değiniyor derken, tedavisi 
ve açıklamasıyla izah ediyor, kastım. Gündüz körlüğü, gece körlüğünün tersi durumu. 

İbni Sina bir anısını anlatıyor. Bir üniversite öğrencisini görüyor, bir göz rahatsızlığına 
yakalanmış öğrenci. Sonra aynı öğrenci, kendi kendisini bir bitkisel ilaçla ve yemekleri kısma 
yoluyla tedavi ediyor. Sonra da öğrenci bu tedaviyle iyileşiyor. Yani basit. İşte bu kadar. 
Muayene ücreti, sıra bekleme, ilaç kodamanlarına para yağdınna gibi bir durum yok ortada. 
Bu bölümde, göz ameliyatına da değiniyor İbni Sina. Bir ameliyat gerecinden bahsediyor; 
cerrahi mili diye. Tam karşılığı ne olabilir fikrim yok. Ama demek ki bu raddedeymiş 
durumlar. 

Kulağa sıra geldi. İlk olarak kulak sağlığında yabancı cisimlerden uzak durun diyor. Acı 
badem yağını her hafta damlatmanın kulak sağlığında şaşırtıcı etkisi vannış. 

Kulak çınlaması ya da Tinnitus'a da detaylı şekilde değiniyor. İbni Sina’nın deyimiyle, geçmiş 
hekimlerin görüşüne göre fesleğen kulak çınlamasına birebirmiş. 

Burunda sıra şimdi. Koku almada bozukluklar görülebilir. Mesela şahıs, kötü koku hissine 
kapılır ancak ortada öyle bir koku mevcut değildir. Ya da çöp kokusu hoşuna gider ama 
atttarın yanından geçerken yüz ekşitir yani olaylar tersine döner. 

Zükkam ve nezleye değinirken, zükkam ve nezlenin farklı olduğunu söylüyor. Eğer akışkan 
bir sıvı akarsa burundan, koku alma duyusuna engel olursa, göz ve yüze etki ederse bu zükam 
oluyor. Nezlenin boğaza, akciğerlere, yemek borusuna ve mideye erişme durumu olabilir, ve 
hatta midede yaraya sebep de olabilir. 







Hipokrat diyor ki, nezleye tutulanlarda genelde dalak ağrısı nadir görülüyor. Hapşurma-ya da 
değiniyor. Guyton Fizyolojisinde de hapşurma olayı ele alınmıştı yanlış hatırlamıyorsam. 

Ağız hastalıklarında sıra ve son. Burada ilginç bir olaydan bahsediyor. Galen'e dil şişmesine 
yakalanmış altmış yaşlarında bir hasta geliyor. Bir ilaç uygulayacakken başka bir tabip 
Galen'e engel oluyor. Sonra engel olan tabip rüyasında marul usaresini ağızda bekletildiği 
takdirde dil şişmesine iyi geldiğini görüyor, gerçekten de bunu uyguluyorlar ve hasta 
iyileşiyor. Kim diyor; GALEN, Halime Teyze değil. 

O devirdeki Tıp araştırmacılarından da yeri geldiğinde bahsediyor İbni Sina. Bence, yakında 
biz, Modem devler, geri kalmış, geçmiştekiler çağdaş insanlarmış gibi bir durum ortaya 
çıkacak, Allah-u alem. Ben Fususül-Hikem’e Giriş - Mukaddemat diye bir kitap okudum 
yenilerde. Fusus, İbni Arabi'nin eseri ve okuduğum eser de İslam filozofu olan Davud el 
Kayseri'nin. Adından da belli olduğu gibi Kayserili oluyor. İlk Osmanlı medresesinin 
kumcusu oluyor kendileri, ölüm tarihi 1350. Öyle bir yaradılış felsefesi yapıyor ki incecik bir 
kitap, hayretler içinde kalırsınız. Birisine sordum, bana dedi ki, Mukaddemat'taki tek bir 
cümleyi saatlerce anlatıyor filozoflar. Peki Kayseri gibi alimlerimizi kim öldürdü? Toplumdan 
kim dışladı? Neden yoklar? 

Devam edeyim, Filfılmuye adlı bir bitki var, İbni Sina bu ilacın çok ağır ve kuvvetli 
olduğundan bahsediyor. Günümüzde bir tabir vardır hani, falanca ilaç ağırdır gibi. Eskiden de 
böyle bir durum varmış demek ki. Sağlıcakla kalın. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (Beşinci Bölüm) 



m, 

«S»* 


fA 


01 Aralık 2017 




M 


ınn-ı bı: 


özeti 


5.Bölüm 







Üçüncü ciltten devam (toplamda seki / cilt - Farsça çeviri / Arapça aslı beş cilt), işte üç yüz 
sayfanın özeti: 

Dişle devam ediyor İbn Sina. Diş rahatsızlıkları ne olabilir bi’ düşünün? Diş ağrısı, diş 
gevşekliği, diş renginde değişmeler, dişin uzaması nasıl hızlandırılabilir, diş çürümesi gibi, 
hepsinden ayrı ayrı bahsedildi ve reçetesi dürüldü. 

Mesela diş minesinde zedelenmeye de değiniyor İbn Sina. 

*Eğer diş minesinde zedelenme oluşursa hasta, soğuğa sıcağa ve sert yiyeceklere dayanıklı 
olmaz ve çoğunlukla da bu durum diş ağrısının başlangıcıdır. 

Ancak burada diş minesi için bahsedilen çözüm elbette yatıştırmaya yöneliktir. Çünkü 
bilindiği üzere zedelenen diş minesi kendisini yenilemez ve zarar kalıcıdır. 

Şimdi sıra dişeti (ya da gingiva) ve dudak: 

Dişeti kanamaları için çeşitli öneriler mevcut. Dudak çatlaması da başlı başına ayrı bir 
problemdir. 

Mesela, Kitre’yi ağza alıp dille hareket ettirmek dudak çatlaklığına iyi gelir. Göbeği yağlamak 
da öyle. Kitre, bir zamk türü. 

Fazla ayrıntıya girmeden boğaza geçiyorum. 

Eskiden sülük yutma gibi durumlar çok rastlanıyor galiba. Bir paragrafta bahsedildiğine göre, 
eğer biri sülük yutmuşsa, güneşin altında dursun, ağzını açsın sonra şunu şunu yapsın gibi 
enterasan ama çözüme ulaştıran basit alternatifler de sunuyor. 

Difteri’ye (ya da Hünnak) de değiniyor. Anlatımı çok uzun sürdüğü için girmiyorum. 

Küçük dil düşüklüğüne de değiniyor. Burada hastanın küçük dili geriliyor ve kendi yerine 
dönmüyor. Bazı durumlarda bir baskı uygulanmadan lokma dahi yutulamıyor. 

Bu bölümde İbn Sina, bademciklerin cerrahi operasyonla alınmasından da bahsediyor. 
Sonrasında çeşitli müdaheleleri var. Kanın boğaza inmemesini sağla diyor, sonra kusmasını 
ve öksürmesini sağla ki iç bölgesi temizlensin ardından da kan pıhtılaştırıcı ilaçlarla ameliyat 
yerinin kapanmasını sağla diyor. Kanın durması için, içinde demir sülfat (ya da zac-i zerd) 
olan bir karışımı söylüyor. 

Akciğer ve göğüste sıra şimdi. 

Öksürme, ağızdan kötü madde çıkarma, nabız gibi faktörler bize akciğerlerden haber verir. 

İbn Sina’nın şöyle bir cümlesi var: 



* Akciğer, kalbin komşusudur ve kolaylıkla komşu aracılığıyla komşunun halini 
öğrenebilirsin. 

Nefes çeşitlerine değiniyor. On - on beş tane nefes çeşidi var; kısa, uzun, derin, küçük, soğuk 
vs. Soğuk soluğun, ölümün habercisi olduğundan bahsediyor. Soğuk nefes, şiddetli 
hastalıklarda içgüdünün (ya da garize) yok olmasıyla ölümün ayak sesinin duyulması 
olduğundan bahsediyor. 

Ve sıra Astım’da. Astım toplamda dokuz sayfa sürüyor. Yani ayrıntılı bir şekilde anlatıyor 
Şeyhül Reis. 

Astım hastalığına yakalanan gençlerin iyileşmesi zahmetli olduğunu söylüyor. Sırt üstü 
uzanıldığındaysa astım şiddetleniyormuş. Sonra astım hastalığının sebeplerine değinirken on 
sekiz ihtimale değiniyor, onlardan birkaçı: 

Akciğerde şişkinlik oluşabilir. Çeşitli yollarla mideden de kaynaklanmış olabilir. Akciğerin 
soğuması astıma zemin hazırlamış olabilir vs. 

*Tilki akciğeri astım hastalığının ilacıdır. Tilkinin akciğerini kurutup, astım hastasına ondan 
iki dirhem verilirse faydasını görecektir. 

Serçe, keklik, dürrac ve horoz eti haşlaması gibi hayvanların etleri de astımlara iyi gelir. 
İçeceklerden bal şerbeti de iyi gelir. 

Astım hastası suyu bir defada içmemeli, yudum yudum içmelidir. 

Fazla uyku astım hastaları için iyi değil.Özellikle de gündüz uykuları ve yemekten sonra 
dinlenmeden uyumak. 

Yirmiden fazla ilaç tarifi veriyor ki ben girmiyorum. 

Safran-ın nefes zorluğunda çok iyi bir ilaç olduğundan bahsediyor. Nefes almayı 
kolaylaştırıyormuş. 

Sıra şimdi ses-te. Evet, ses. Pratik bilgiler aktarmaya çalışacağım. 

Sesin kalınlaşması incelmesinin ayrı ayrı sebepleri olabilir. Mesela en basitinden, sesin 
yoğunlaşmasında aşırı soğukluk, aşırı sıcaklık, aşırı uykusuzluk gibi faktörler önplandadır. 

Çığlık da sesi kabalaştırabilir. Yaşlılarda eğer bu durum gözlenirse tedavisi yokmuş. 

Eğer herhangi birinin sesi kabalaşır yoğunlaşırsa, ekşi, tuzlu ve acı gibi yiyeceklerden uzak 
durmalı. 

Eğer herhangi birinin sesinin kabalaşması çığlık atmasından kaynaklanıyorsa onun ilacı da 
mevcut. 


Ayrıca sesi güzelleştinnek için de ilaçlar mevcut. 




Kalın sesin sebebi ve ilacına da değiniyor İbn Sina. 

Kısa ses, kısa nefesten kaynaklanır. Sıcak banyoda uzun süre kalmak sesi uzun kılabilir. 

Ses inceliğine de değiniyor. Özellikle de diğer ses durumları dahil hepsinde sporun artı bir 
etkisi var, tiz seslilik de dahil. Ses titremesi olayı var bir de. Çeşitli önerilerden biri de bir ay 
içerisinde yüksek sesle konuşulmaması. Yani toplumun karşılaştığı rahatsızlıkların tümü için 
reçete asırlar önce yazılmış bile. 

Sırada öksürük var. Öksürük bakalım ne ipucuları vermekte bize ya da nasıl sorunlara sebep 
olmakta. 

İbn Sina öksürüğü tanımlarken şu ifadeye yer veriyor; öksürük herhangi bir organdan 
zararı dışarı atmak için gösterilen bir tür harekettir. Yani kısaca bedenin savunmasıdır. Ve 
kendisi ilave ediyor; öksürük akciğerdeki zararı hafifletici ve akciğerin etraf organlarındaki 
çeşitli travmaları bedenden kovucudur. 

Öksürük göğüs için neyse, hapşurma da beyin için o demekmiş. İlginç. 

“Öksürük çeşitlerinin tedavisinde haplar” adlı bir başlıkla hap kullanımına değiniyor. Hap, 
kitapta geçtiği üzere ^ ha+be. Bazı öksürük haplarınmın ağızda bekletilmesi gerektiğini 
söylüyor. Bu hapların hazırlanışında, herhangi bir ilacı ele alırsak, bir karışım veriyor ve bu 
karışımdan her biri bir dirhem ağırlığında olacak şekilde hapların güneşte kurutulması 
gerektiğini söylüyor. Başka yerde de hapların fındık boyutunda olması gerektiğinden 
bahsediyor. 

Bir başka ilaçta, nişasta, kitre ve meyan bitkisi salçasını marul suyuyla karıştırıp hap 
yapıldığından bahsediyor ki bu ilaç yine öksürük için faydalı. 

Bazı hapların uyuşturucu ve uyku getirici maddeleri içerdiğinden bahsediyor ki büyük 
ihtimalle uyuşturucu madde olduğunu da ekliyor. 

İstark adlı bir hapın, kadim öksürüğü sakinleştirdiğinden bahsediyor ki test edildiğini de 
söylüyor. İstark sanırsam bir tür sumak. İstark karışımından elde edilen hapları kast ediyor. 
İstark asıl madde olduğundan belki, hapın ismi İstark olmuş olabilir. 

Zatülcenp (ya da Plörezi) ve Zatürre ( ya da Pnömoni) hastalıkları üzerinde epey duruyor İbn 
Sina. 

Diyor ki; eğer zatülcenp açılır da üzerinden kırk gün geçmesine rağmen dezenfekte olmazsa 
vereme (ya da tüberküloz-tb) dönüşebilir-miş. 

Zatürre hastasının dili ilk önce kırmızıdır sonra siyaha çalar. Eğer hastanın diline dokunacak 
olursan, elin yapıştığını ve yoğunluğu göreceksin. Bu zatürre hastasının tanıma yöntemi. Nasıl 
tanırız diye soru yöneltiyor İbn Sina. On dokuz tane bulgu da belirtiyor. 

Verem hastalığında, sonbahar mevsiminin veremliler için katlanılması zor bir mevsim 
olduğuna değiniyor. Diyor ki; eğer baktın verem midir değil midir çözemedin, sonbaharda 
teşhisi koy. Bu tabii pek doğru yöntem değil. Gerçi hasta yaz mevsimin sonlarında başvursa 
(o devirde) kullanılabilir bir yöntem olabilir. 



Soğuk mizaçlı şahısların vereme yakalanma riski daha fazla. 

Göğüs çevresinde oluşan yaralar ve verem için defalarca övdüğü bir karışım var; Cülnecebin. 
İbn Sina veremli bir kadının durumunu şöyle anlatır: 

*Bir kadın vereme yakalanmıştı. Hastalık uzun sürmüş ve öyle bir dereceye varmıştı ki kadın 
yataklara düşmüş ve artık vasiyetini yazdıracak birini aramaktaydı. O kadının erkek 
kardeşleri, kadının hastalığını tedavi etmek için azmettiler. Kadın, uzun süre Cülnecebin 
ilacını kullandı ve hayata döndü. Tamamen iyileşti ve kilolandı. Cülnecebin’i ne miktarda 
tüketildiği aklımda değil şu an. 

Verem hastalığı tedavisinde sütün ayrı bir yeri var. İbn Sina Tıp Bilimleri Okulu-nun bir 
öğrencisi diye bahsettiği bir şahsın bu tedavide sütün nasıl tüketilmesi gerektiği hakkında 
araştırmasının olduğunu söylüyor ve kısaca o araştınnadan bahsediyor. 

Veremliler için en iyi sütün dişi eşek sütü olduğunu söylüyor. 

Yağmur suyu da veremliler için iyidir. 

Sıra kalpte şimdi. İlk önce kalbin anatomisine değiniyor. Sonra hastalıklar ve ilaç tedavisi. 
Kalbin durumunu nasıl bilebiliriz? 

Nabız nasıl, nefes alım verimi nasıl, göğüs-sine ebatı nasıl, geniş mi dar mı, şahsın ahlaki 
davranışları nasıl gibi faktörler bize ipucu verebilir. 

Mesela nabız konusunda, eğer nabız hızlı, büyük ve art ardaysa bu kalbin mizacının 
sıcaklığına tam tersi durumsa soğukluğuna delildir. Düzenli ve güçlü nabız kalbin sağlıklı 
oluşuna delildir. 

*Eğer şahsın bedensel gücü zayıfsa ve bunun sebebi beyin ya da sinir kaynaklı değilse, bu 
durumda kalp zayıftır demektir. Eğer kalp güçsüzse, demek ki kalpte sui-mizaç ya da mizaç 
bozukluğu oluşmuştur. 

Eğer insan mutluluk getirici düşüncelere eğilimliyse, optimist ve geleceğe dair ümitliyse bu 
kalbinin ılıman olduğuna ve dengelerin düzenli işlediğine delildir, sıcaklık ve nem denge 
halindedir. Tam tersi durumsa, karamsarlık ve içekapamklık hali sıcak-suimizacın belirtisidir. 

Şahsın kalbi eğer soğuk mizaçlıysa; tembel, kadınsı hareketler, beden ısısı soğuk olur, zor 
anlama... 

Şahsın kalbi eğer sıcak ve kuru mizaçlı olursa; kötü ahlaklı, utanmazlık ve yaptığı kötü 
işlerden ötürü herhangi bir utanç belirtisi göstennez, kolay kolay barışmaz... 

Şahsın kalbi eğer sıcak ve yaş olursa; göğüs ebatı geniş, hemen asabileşir ama çok aşırı değil 
genelde enfeksiyonel hastalıklara yakalanır. 

Şahsın kalbi soğuk ve yaşsa; korkak, kin saklamaz, pek fazla sinirlenmez. 





Şahsın kalbi soğuk ve kuruysa; kin saklar, sinirlendiğinde siniri çabuk yatışmaz. 


Eğer soğuk ve uygunsuz mizaçlı kalbi en iyi duruma döndürmek istiyorsak, sıcak ilaçla 
karıştırılmış kalbi takviye edici ilacı hastaya venneliyiz. Sıcak ilaç ve kalbi takviye edici ilaç, 
iki ayrı ilaçtır. 

Kalp çarpıntısı (ya da Palpitasyon) için bir ilaç: 

*Kalp çarpıntısı olan hastanın bir kaç gece aralıksız bir miskal Engerekotu tenavül etmelidir 
eğer şerbet şeklinde olursa daha iyidir. 

Bayılma olayını da anlatıyor İbn Sina. 

Bayılan şahısa salatalık ya da marul koklatmak faydalıdır. 

İbn Sina, bazı bilgisiz doktorlara da fırça atıyor. Diyor ki, bir takım bilgisiz doktorlar sanıyor 
ki mide dolgunluğundan ötürü bayılan birisine yemek yedinnek iyidir ama yanılıyorlar daha 
da onu ölüme sürüklüyorlar. Sirkencübin-in faydalı olduğunu söylüyor. Yemek değil de 
sirkencübin yedirsinler diyor. 

*Vc bunu bilmiş ol ki insanın gücü, beden ve ruha uygun yiyecek ve içeceklerle artış gösterir. 
Güzel koku koklamak, huzur, gam ve sıkıntıdan uzak olmak, yakın dostlarla sohbet etmek vs. 

Göğüste sıra şimdi. 

Kenevir, sütü azaltıyor. 

Tuzlu su balığı yemek sütü artırır. 

*Nohutu suda ıslat. Nohutun olduğu suyu birkaç gün aç karnına iç, sütü artıracaktır. Eğer 
nohutu sütte ıslatırsan, balla birlikte arpa suyu da eklersen nur üstüne nurdur ve çok 
faydalıdır. 

*Sütü artırmada, bal-çörek otu karışımı da faydalıdır. 

Şu anki İran geleneksel tıbbında, bal-çörek otu karışımı, ‘dusin’ olarak geçer. Çeşitli 
rahatsızlıklarda kullanılır. 

Erkeklerde de süt oluşumu gözlenebileceğinden bahsediyor İbn Sina. 

Sıcak ilaçlar sütü azaltıyor; Sedefotu gibi. 

Fazla süt oluşumu gözlenildiği durumlarda, sütün oluşumunu azaltmak için sıcak ilaçlar 
kullanılır. Sedefotu da bu açıdan faydalıdır, kimyon da öyle. 

Sütün peynirleşmesine de değiniyor İbn Sina. Bunun için özel bir tabir kullanılıyorsa affola. 
Naneyi iyice ezip göğse sürülürse sütün peynir olmasını önleyicidir. 





Burada bir talimatı uygula diyor İbn Sina, sakın ola meme kanserine dönüşmesin diye de 
ekliyor. 


Burada kullanılan kelime seretan ve kanser demek oluyor. O devirde seretan kelimesinin 
başka manası da olmuş olabilir. Benim merak ettiğim o devirlerde meme kanseri görülüyor 
muydu? Bu çağda böyle artış göstermesinin sebepleriyle karşılaştırılırdığı takdirde neyden 
sarfınazar edilmesi gerektiği de ortaya çıkar. Eğer görülüyorduysa ne sıklıkla görülüyordu? 

Bir hastalık üzerine odaklanmak değil de dün ve bugün hastalıklarını kıyaslama 
çabasındayım. 

İbn Sina, göğse dair birçok hastalık ve korumaları da belirtiyor ve burada üçüncü cilt bitiyor. 

Sıra dördüncü ciltte. Ancak dördüncü cilde geçmeden önce birkaç şey diyeceğim. 

Geçenlerde Abdülbaki Gölpınarlı’ya ait ‘Mevlana Adı Aşk’ adlı Mesnevi’den hikayeler sunan 
bir kitap okudum. Orada Mevlana safra gibi mizaçlardan bahsediyordu. İşte biri ağzı açık 
uyuyormuş, yılan adamın ağzından ginniş, bunu bir başkası gönnüş, adama hiçbir şey 
demeden adamı dört nala koşturmuş, burada Mevlana adamın safrasının arttığından 
bahsediyor. Sonra safranın artımıyla da adam kusuyor ve içinde ne varsa dışarı çıkıyor. 

Bunlar normal şeyler. O çağda Aspirin-den bahsedilecek değil. Ama ben Mevlana-nm bu tıbbı 
onayladığından yanayım. Gerçi Mevlana bir sufî, ne bilsin tıbbı tabibi? Hayır, kalbini 
iyileştiren bir tabip, bedeninden bihaber değildir. İnce noktaları yakalamalıyız. 

Sonra aklıma Mevlana-nın şu beyti geldi, yanlışım olmasın, yaklaşık şöyle; 

Karun-a develerce para-mülk verildi, İdris’e ilim 

Biri yerin altında diğeri göğün üstünde şimdi. 

İdris aleyhisselam kimdir, internete bir bakın, durun ben sizin için internetten birkaç cümle 
getireyim: 

‘...İdris aleyhisselam, insanlara muhtelif ilimleri öğretti. Öğrettiği ilimler Allah u Teala’nın 
bildirmesiyle oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekası sadece araştırma yoluyla bu bilgilere 
ulaşamazdı. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimya ve tıp bilgilerini İdris 
aleyhisselamın kitabından aldılar.’ 

Fi kr iniz nedir? Ham-madde doğru işlenmeli. 

Unutmadan, İbn Sina Galen-in bir maymunu incelemesinden de bahsetti. 

Ve dördüncü cilt: 

Hastalıklara devam. 

Sırada yemek borusu (ya da özofagus) ve mide var. 

İbn Sina, dalağın çöp kovası işlevi gördüğünden bahsediyor, mide bazı atıklarını dalağa 
yolluyor-muş. 







*...0 halde gördüğün gibi, adalet sağlanmıştır. Karaciğer dalaktan daha değerlidir ve ona orta 
bölümde (sadr) yer verilmiştir ve dalak ki karaciğere göre daha değersiz ve küçüktür, 

sol ve alt bölgede yerleşiktir. 

Sonrasında bir beyit getiriyor İbn Sina: 

Rahmet hâzinesinin kapısını araladılar. 

Kim neye lâyıksa ona onu verdiler. 

Hipokrat diyor ki, kimin midesi delinirse ölüm onu beklemektedir. 

Hiçbir yiyecek midede kaldığı süre zarfında meyve kadar buharlaşmaya elverişli değildir. 
Hıçkırığa da değiniyor İbn Sina ama ben geçiyorum. 

Bazı insanlar ne kadar çok yese içse de, ne tüketirse tüketsin diğerlerinin çektiği kadar mide 
dolgunluğu çekmiyorlar. Sanki bir şey yememiş gibi. Buna rağmen kilo da almıyorlar. Bunun 
sebebinin bireyin sindirim güçlerinin sağlıklı olduğunu söylüyor ve yiyeceğin onların 
midesinde daha hızlı sindirildiğini de ekliyor İbn Sina. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (Altıncı Bölüm) 



01 Aralık 2017 





Bilgi eskir mi diye bir soru sorsam size, bilgi ilerletilebilir yanıtını alabilirim. Dolayısıyla, bir 
şeyin ilerleyebilmesi için geride bırakacağı izler olmalıdır. Ama bilgi eskir mi? Ve eskiyen 
bilgi ne işe yarar? Bir eşya gibi, derhal dışarı mı atılmalıdır yoksa mütevazı olup kırılıp 
dökülene kadar tasarruf mu edilmelidir? Mütevazı olmaksa özellikle Müslüman-ların elden 
bırakmadığı ilahi kozlardan biri. Doğaüstü bir seramoni hissi yaratabilir bu ilahi kozlar. Ya da 
aslına bakılacak olursa, beşer, Ebulbeşer’den (as) bu yana hep bildiğinde inatçı ve diretici 
olmuş, önceki atasının dediğini koşulsuz kabul etmiştir. Koşulsuz kabul görmüş ilk ata-nın 
Adem aleyhisselam olmadığı burada net. Olsaydı, şartlar insanlığın lehine olurdu. 

Moderni, gelenekseli fark etmez, eğer Tıbbın kuru zühdünü zahidini başımızdan savmak 
istiyorsak içimiz rahat savalım, sonradan aksaklıklarla karşılaşmayalım. Ben geleneksel tıbbın 
Ümmülkitab-ım okuyorum kanımca. Ve son kalıntıların nasıl ve niçin yitirildiğini çözmeden 
de yani içim rahat edene kadar bırakmayacağım. Ara sıra nükteli ibaretler kullanmamsa, ne 
olursa olsun Allah haricinde hiçbir şeyin abartılmaması taraftarı olduğum içindir. Sadece bir 
taraftarım o kadar. Bazen iyi bir taraftar olmadığım da olur, bazen ben de tökezlerim, bazen 
beşer olmanın koşulunda çakılı-kalırım. Fakat akıl ve tefe kk ür yanlışıyım. Objektif olmaya 
diretiyorum. Ancak tarafımı önceki cümlemde yansıttım. Ve tekrardan Kanun-la yola 
koyulayım. Çünkü sanırsam benim gibi düşünen birkaç kişidir. Ama yeter ki abartıdan 
kaçınalım. Modernciler ve gelenekselciler, direttiğiniz şey neyse önce ne olduğunu baştan 
başa bilin, parça-buçuk bilgilerle değil. İlk nutfeden ölüsüne kadar bilin. Çünkü ilerleyen 
birşey öle de bilir. Ya da bilgi sonlanır mı? 

Ayrıca felsefeciler bilgiyi soyut varlık olarak tanımladıklarından, somut olması halinde 
mesela bilginiz arttıkça vücutsal olarak ağırlaşmanız da gerekecektir. Ancak bilgi soyut 
olduğundan, soyut olan bir şeyin eskimesi de çıkarımıma göre imkandışı. Böyle olunca da 
bilgi eskimez sadece şekil değiştirir, denilebilir. 

Kanun-un dördüncü cildinden devam ediyorum. Mide rahatsızlıklarından bahsediyor. 
*Harareti yatıştırmada, ateşlerde etkili olan soğuk mizaçlı ilaçlar şöyle: 

Qasap hurması; en değersiz hurma türü olup sarı ve kurudur. 

İbn Sina böyle yorumluyor bu hurma türünü. Nette bakındım biraz, bu hurma türüne zahit de 
deniliyormuş. Kuru, sıska, sarı benizli olduğu için muhtemelen. Ama şöyle bir açıklama da 
var; Arapça-da ucuz ve çok olan şeyler için zahit ya da züht tabiri kullanılıyormuş. Diyabetler 
için en iyi seçeneğin bu hurma türü olduğu belirtiliyor, çünkü şeker oranı en az olan tek 
hurma türü. 


Ayva 

Koruk suyu 


Gül yağı 





Pelin otu, Safr.an, Hazanbel ise sıcak mizaçlı ilaçlar olup soğukluğu gidermede etkilidir. 
Hazanbel, kitapta ‘Elva’ olarak geçiyor. Farsça-sı için ‘Egir-i Türki’ hem kullanılıyor, 
Türkçedeyse Eğir otu ve Hazanbel olarak biliniyor. 

Bu sayede de kelime dağarcığım bayağı bir genişledi diyebilirim. Tabii çok fazla bilgi içerdiği 
için unutabiliyorum, sayfanın kenarlarına not alıyorum; Pelin otu - Efsantin - Haraguş gibi. 
Üçü de aynı bitki. 

*Mide arınması ve boşaltılmasının gerçekleşmemesi sebebiyle hastalıklı sıvı maddenin 
midede kalması ve birikmesi, birçok kez karşılaşılan bir durumdur. Çünkü çıkış yolu 
tıkanmıştır. 

Mide arınması diye çevirdim ama ne kadar uygun olduğunu bilemiyorum. Kullanılan kelime; 
pak-sazi. Arınma ve temizlenmeye tekabül ediyor. Purgasyon, anlatılmak istenenin tam 
karşılığı olabilir, bilimsel olması açısından. 

Her neyse, böyle bir durumla karşılaşıldığı takdirde, arınma işleminin bir an önce 
gerçekleştirilmesini öneriyor İbn Sina. Tabii bunun nasıl olduğu da belirtiliyor. Yani demem o 
ki, midede madde birikimi olabilir, bunun asıl sebebininse arınma işleminin gerçekleşmemesi 
olabilir. İlk önce arındır sonra diğer seçeneklere yönel demek istiyor. 

Eğer salgı, sıvımtırak ve düşük kuvvetliyse ama midede yerleşmişse, böyle bir durumda en iyi 
ilaç meşhur Hazanbel-imiz. Yıkanmış Hazanbel, mide takviyesi için faydalı ancak 
yıkanmamış Hazanbel mide boşaltımı için yıkanmıştan daha etkili. 

Mide hassasiyetinde sıra. 

‘Ye O Kurbağayı’ kitabında geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. 80/20 kuralı var. Bana göre 
oldukça mantıklı. Şöyle, eğer gün boyunca ve hafta ya da ay fark etmez, yapılacak listesinize 
şöyle bir baktığınızda bazılarının diğerlerine göre daha öncelikli olduğunu görürsünüzdür. 
Onları yukarı taşıyın yani onlara öncelik verin. Onlar aslında listenin az kısmını kaplarlar 
yüzde yirmi kadarını. Eğer onlara öncelik tanırsanız bu işinizin aslında yüzde seksenine 
tekabül eder. Ye o kurbağayı da bunun için söylenir, çirkin ve en zor işinizi ertelemeyin bir an 
önce yapın gitsin. Aslında demek istediğim kurbağa olayı değil 80/20 kuralı. Tıbba şöyle bir 
baktığınızda, hastalıklara yapılacak listesi gözüyle baktığımızda, insanların çoğu böyle basit 
rahatsızlıklardan yakınmakta. Geleneksel tıpla tedavisi çok basitken neden kafa yorarlar 
anlamam. Belki de geleneksel tıp yüzde seksenlik için işlev görebilir. 

En basitinden mide. Midede çoğunlukla ne tür rahatsızlıklar görülebilir? Bu rahatsızlıkların 
bir belirtisi emaresi, canım Tıbbiyeli bir tür semptomu vardır. Direkt beni teknolojiyle işleyen 
ideolojinle neden tedavi edesin? Neden onca radyasyon yükünü omuzlayayım? Natürel 
tedavini listenin başına ekle, artık olmadı diyelim, teknolojiden istifade et. Eğer bunu 
yaparsan yan etki faktörü lağvedilmiş olur. 

Mide hassasiyeti olan yüzlerce insan var. Halkın kendisi, kendi kapasitelerine göre, uzman 
olmamış ya da olmaya fırsat bulamamış insanlar, bırakalım basit tedavilerle kendilerini tedavi 
etsin. Ben sadece bu basitlik yönüyle geleneksel tıbbın büyük bir devrim niteliği taşıdığını 
söyleyebilirim. 




* Şiddetli mide hassasiyetinden yakınan biri ne yaparsa yapsın ağrıyı giderememişse 
mecburen uyuşturucu ilaç maddesi kullanmalıdır. 

Burada kullanılan kelime ‘muhaddir’. Osmanlıca sözlükten bakacak olursanız; uyuşturucu 
ilaç demek olduğunu görürsünüz. Muhaddirin iki işlevi olabilir. Biri, anestetik diğeri narkotik 
oluşu. Yani hastaya muhaddir verip ameliyat da yapabilirsiniz ya da uyuşturma yöntemiyle 
ağrısını giderebilirsiniz. Yerine göre değişir. 

Mide hassasiyeti olan kişilerin günlük öğünlerinin de bir ölçüsü var. Kanı yoğunlaştıran 
yemekler yesinler diyor. Mesela, helim aşı ya da inek eti. Buna rağmen ağrı yine devam 
ediyorsa, mecburen muhaddire sarıl. 

Küçük mideli kimselerse besleyici yönü fazla olan gıdalar tüketmelidir. Ve her öğünde az 
yemelidir ve gün boyunca ihtiyacına ve midesinin tahammül etmesine göre birçok kez yemek 
yemelidir. Yani kuralımız; az ye hep ye! 

Çoğu mide için işe yarar bir metod var; on beş günde bir istifrağ. Böylelikle midede oluşmuş 
olan balgam salgısının ya da hıkının birikmesine engel olmuş olursun. 

Balgam kelimesinin tiksindirici his uyandırdığını kabul ediyorum ancak buradaki anlamı ilk 
anlamından biraz daha spesifik. Yani bu balgam o balgam değil. Ya da aynı ama konum farkı 
var. Yani kısaca kusmak da kendinizi tedavi etme yöntemi. Ben o kadar iğrenç şeylerle 
karşılaştığım için artık benden o sakınma duygusu ya da kendimce bir şey uydurursam hissel 
vera ortadan kalktı. Alışkınım. Hani kan görünce bir ürperme bir korkma falan yok mu 
diyenlere mantar hastalıklarını gösterin. Ya da teratom nedir bir baksınlar. En etkilendiğim 
şeylerden birkaçı sadece. 

s|: İsti İrağın en kolay yolu şu: 

Turp ve balık eti yesinler. Ve susayana kadar beklesinler. Susayınca da sıcak suyla 
karıştırılmış ballı iskencübin ya da şekerli iskencübin içsinler. Ve yediklerini dışarı 
vereceklerdir. 

* İstifrağ, ayda iki kereden fazla olmamalıdır çünkü mide kusmaya alışabilir. 

* Yeşim taşı (ya da Jasper) mide ve yemek borusu için yararlıdır. Eğer yeşim taşını mideyle 
aynı hizada olacak şekilde iple boyuna asarlarsa ya da kolye şeklinde kullanırlarsa midenin ve 
yemek borusunun yararınadır. 

*Ve eğer yeşim taşı tenavül edilmelik macunlara eklenirse ya da yarım dirhem ağırlığında 
yeşim taşı tenavül edilirse, nur üstüne nurdur, mide ve yemek borusuna etkisi iki katma çıkar. 

Yeşim taşma bir de Wikipedia gözüyle bakalım. îki tür yeşim taşı var, biri Jadeit diğeri Nefrit. 
Jadeit, Nefrit’e göre daha az bulunan bir tür ve tabii ki daha değerli. Wikipedia, Çinlilere ait 
yeşim taşından yapılmış el yapımı olan düğmeler de gösteriyor. Yani Çinliler yeşim taşından 
düğmeler ve oymalar yapıyorlarmış. Kısaca kolye değil de düğme de yaparak mide ve yemek 
borusuna katkı sağlanılabilir. Yani biraz fikir üretin. Kıyafetleriniz neden doktorunuz 
olmasın? Bu arada Çin yapımı düğmeler Jadeit-ten. 


Bu özeti biraz uzatacağım. 



*Bunu bilmiş ol ki genellikle mide rahatsızlıkları çok yemekten kaynaklanır. Çok yemekten 
sakın! Ve mide hastalıklarının nedenlerinden kaçın. Yemeğin niteliğini incele. Alışkın 
olmadığın ve önceden tanımadığın yiyeceklerde tebdirli ol. 

'"Midenin en azılı düşmanı, mideyi tıkabasa doldurmaktır. Midesini tıkabasa doyuran aç 
gözlüler kilo almazlar. Çünkü yiyeceği olması gerektiği gibi sindiremezler. Ama yemek yiyip 
de tamamen doymadan ve iştahları olmasına rağmen yemeğe devam etmeyenler kilo alırlar. 
Çünkü yemeği en doğru şekilde sindirirler. 

Dışkının yapılması gerekirken, buna engel olup bekletilmesi halinde, dışkının mideye geri 
dönmesi vakasıyla karşılaşabilirler. Ve bunun şiddetli ağrılarını bir güzel çekerler. Hatta bu 
yetmezmiş gibi İlavus hastalığına ve iştahsızlığa yakalanabilirler. İlavus ve Kulunç 
hastalıklarından özetin sonunda bahsedeceğim. 

*Bağırsak gazının bekletilmesi meselesine gelince, böyle bir durumda mideye geri dönmesi 
muhtemel olup midede buhara dönüşebilir ve yukarı çıkarak beyine ulaşır ve şiddetli ağrılara 
neden olur. 

Mideyle barışık olup diğer yağlara göre daha uyumlu olan, daha az zarar niteliği taşıyan ve 
midede güçsüzlüğe daha az sebep olan yağlar şunlar; zeytin yağı, ceviz yağı, Antep fıstığı 
yağı. 

Mideyle uyumlu olmayıp mideye zarar veren gıda ve ilaçlar şunlar; 

Çam fıstığı, pazı, dağ reyhanı (ya da felseğen), az pişmiş şalgam, labada (ya da evelik, ekşi 
yapraklı türlerine kuzukulağı deniliyor) 

* Aşırı açlık hah mide için zararlıdır. 

* Erken Ölüm kitabında bahsedildiği üzere, mide ağrısı olan hastanın sağ ayağında elma 
benzeri birşey gözlenirse, ilk oluştuğu günden itibaren yirmi altı gün sağdır ancak yirmi 
yedinci gün ölür. 

Erken Ölüm kitabı hakkında bilgim yok. 

*Uykusuzluk ve aşırı uyanıklık midenin zararınadır ve sindirim sisteminin bozulmasına yol 
açar. Çünkü uyku sırasında sindirim işlemi daha çok gerçekleşir. 

Hava soğukluğu, iştah açıcıdır. Bundan ötürü, Kuzey rüzgarının estiği dönemde ve kış 
mevsiminde iştah fazladır. 

İştahsızlığın yirmi altı sebebine değiniyor İbn Sina, birkaçı şöyle: 

İştahsızlığın sebebi bağırsak kurtları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma gibi nedenler olabilir. 

*Eğer iştahsızlığın sebebi midedeki enfeksiyonel salgı sebebiyleyse, bu duruma birkaç açıdan 
tanı koyabilirsin; aşırı mide bulantısı, her zaman olmasa da bazen oluşan kötü ağız kokusu 
gibi. 




Eğer iştahsızlığın sebebi bağırsak kurtlarıysa, Hazanbel ile şerbeti karıştır ve karın bölgesine 
yay. Barsak kurtları geri çekilecektir ve iştah yerine gelecektir. 


* Sarımsak, soğukluğun zararını savmada ve iştahsızlığı gidermede çok faydalıdır. 

Bazılarının iştahları olabilir ancak anormal şeylere meyleder; toprak, çamur, kömür, alçı gibi. 
Bunun sebeplerine değiniyor, bunun sebebinin kötü ya da fasit maddenin midede bulunması 
olduğunu söylüyor. Genellikle hamile bayanlarda böyle bir iştah türüyle karşılaşıldığını 
belirtiyor. 

Cenin (ya da fetüs) besine ihtiyaç duyduğu gelişim evresinde, yaklaşık iki ya da üçüncü ayma 
kadar, ufak bünyeye sahiptir ve besine o kadar ihtiyaç duymaz. Rahimde bulunan kan, cenin 
için yeter de artar bile. Yani ihtiyaçtan fazla kan rahimde yerleşiktir ve kullanılmamaktadır 
öyle ki dışarı dahi atılmamaktadır. Cenin dördüncü ayma ulaştığında önceki aylara göre daha 
fazla besine ihtiyaç duyar. Fazla kan da böylelikle mide ve rahimde azalır ve hamile bayanın 
anonnal maddelere olan iştahı da azalır. 

Erkeklerin de böyle bir iştah türüyle karşılaştığını da belirtiyor İbn Sina. 

İbn Sina diyor ki; doktorun biri, fasit iştahlı şahsın, dört miskal ya da dört buçuk miskal 
susam yağı tüketirse şifa bulacağını sanıyor. Ve böylece bu çamur toprak yeme gibi tuhaf 
iştahtan kurtulacağını iddia ediyor. Bu ilacı denemek lazım. Başkalarının zan ya da sözlerine 
güvenilmemeli. 

Bu cümleden birçok mana çıkartılabilir. İbn Sina bitkisel ilaç tedavisinde ilacın kullanılmış 
olmasını ve denenmiş olmasını önemsiyor. Ama kaç kişide? Bitkisel ilaç tedavisinde bir takım 
insanların zanlarıyla karışık tedaviler de ortaya atılmış olabilir. O halde belli bir sistematiğe 
dayanmamış tıp için bu durum olsa olsa eksikliktir ve tamamlanılabilir ama neticede eksiktir. 

Köpek iştahı... Ya da Cu’l-Kalb. Bu hastalıkta, insan ne yerse yesin doymuyor yani aşırı açlık 
durumu ortada. Birçok sebebi var, uzun süreli ateş buna bir örnek. 

Aşırı soğuklar köpek iştahına sebep olabilir. 

* Şiddetli soğuklarda yolculuğa çıkıp köpek iştahına yakalanan insanlar çok görülmüştür. 

*Bunu da bilmiş ol ki, eğer köpek iştahı ya da culkalb devam ederse, genelde inek iştahına (ya 
da Cu’l-bakar) dönüşür, ve istemdışı uykularla (yalancı ölüm) ve çok uyumakla sonuçlanıyor. 

Burası bana nedense çok komik geldi. Köpek iştahı ilerlerse inek iştahına dönüşür gibi... Bu 
tabirler biraz komikçe. Biz genelde böyle terimlere alışkın olmadığımız için biraz sırıtıyor 
gibi. Ama aslında Tıp terimlerini Türkçe’ye çevirdiğinde böyle sırıtkan kelimelerle 
karşılaşmak mümkün. Mesela Pektineus kası. Latince’de tarak demek yani tarak kası. 

Koroner damarlar yani taç damarlar. Taç kelimesi Koroner kadar bizim için bu kadar cazip 
değil. Siz de eğer köpek iştahı ya da inek iştahının itici olduğunu düşünüyorsanız culkalb ve 
culbakar deyiverin. 

Culkalb olan hastalar, sıcak mizaçlı yağlı yemekler tüketmeli. Mümkünsüeyağ, devenin 
hörgücünden olmalıdır. Zeytin yağı da Culkalbler için iyi. 





İnek açlığına Tıp dilinde Bulimia deniliyor. Bulimia ya da Culbakar, Culkalbten farklı, her ne 
kadar benzer özellikler taşısa da. Culkalb olan hasta ne yerse yesin doyma hissi oluşmuyor, 
neticede doymuyor ancak Culbakar ya da Bulimia ya da inek açlığında mide yeme isteğinde 
bulunmamasına karşın diğer organlar açlık hissetmektedirler yani açtırlar, bundan dolayı hasta 
iştahsız iştahsız yemek yemektedir. 

Culbakar, culkalbin devamı olabilir yani culkalbten kaynaklanmış olabilir. 

* Açlıktan Kaynaklanan Baygınlık: Bazı insanlar, açlığa karşı tahammülleri neredeyse hiç 
yoktur. Ve çokça da acıkırlar, ne zaman açlık hissi uyansa, o anda hemencecik eğer yiyecek 
bir şey bulamazlarsa bayılıyorlar. Bundan ötürü bu durumu ‘açlıktan ötürü bayılma’ diye 
adlandırmışlardır yani; CuT-gaşi. 

Bu açlık durumunun sebebi, aşırı ısı ve sıcaklık ve mide ağzının zayıflığı. 

Bir başka ünitede ‘susuzluk’ konusuna da değiniyor İbn Sina. Susuzluğa birkaç neden şöyle; 
karaciğerden kaynaklanmış olabilir. Eğer karaciğer sıcak olursa ya da karaciğerde şişkinlik 
oluşmuşsa, ya da soğukluk veya soğuk mizaçlılık anormal dereceye varmışsa, susuzluk 
görülebilir. Kalp de bu durumda pay sahibi olabilir. Kalp eğer sıcak mizaca eğilim 
göstennişse susuzluk hali görülür. Bunlar, yirmi üç sebepten ikisi sadece. 

Eğer sıcak mideye sahip biri kalkar da buz gibi su içerse, yani çok soğuk su içerse, daha da 
susayacaktır. 

Hazımsızlıkta sıra. 

Yemek midede tamamen sindirilebilir ya da kısmen sindirilir. Ve yemeğin midedeki 
sindiriminin istenilen şekilde gerçekleşmemesi halinde beden gerekli besini alamaz ve birey 
zayıflar. 

Yemek midede neden bozulur, fasit olur? 

Yiyecek kendiliğinden fasit olmaya müsaittir. Hayvan sütü, kavun, şeftali. 

Çabuk sindirilmeyip zor sindirilen yiyecekler olabilir: Mantar, Donbalan, Asya mandası eti 
(ya da Camış) 

Donbalan bir tür mantarmış. Anne tarafı doğulu olduğundan olsa gerek akrabalarla gider bir 
bağa yakın bir yerde tepeliklerde Donbalan toplardık. Biz de Donbalan derdik, sindirilmesi 
zor bu mantar için. İngilizcesi Tuber. Tuber, yumru demek. Yer altında yetişiyor, ince uzun 
yaprakları sayesinde onu tanır, hemen kazarak tüm sağlık kurallarını ihlal ederek orada 
yerdik. Tabii biz o zamanlar daha küçük olduğumuz için çimen görsek Donbalan sanırdık. 
Büyüklerimiz bize yardımcı olurdu. Tipi yer elmasına benzese de tadı farklı ve güzel. Ünlü 
bir Fransız şefi, Donbalan için ‘Mutfağın elmas-ı’ diyormuş, enterasan. Donbalanı bulmak 
için, Donbalanbulan domuzlar kullamlıyor-muş, bu daha enterasan. Neyse devam ediyorum. 

Yiyecek aşırı sıcak tabiatlı olabilir. Bal gibi. Yiyecek aşırı soğuk olabilir; kabak yemeği gibi. 

Yemek yeme düzeni ve tertibi yanlış olabilir. Mesela, zor sindirilebilir bir yemek yer de 
ardından kolay sindirilen bir yemek yerseniz, kolay sindirilen yiyecek çabuk sindirilir ve 






yüzer halde midede asdı kalır ve böylelikle bozulur ve fasit olur. Ve etrafında ne varsa fasit 
eder. Yani hafif yemeği önce, ağır yemeği sonra yemelisiniz. 

Birden fazla yemek türünü bir anda tüketmek ya da birkaç yemeği birbirine karıştırmak. 

Çabuk sindirilen ve zor sindirilen birbirine karışır ve mide fesadı geçirirsiniz. 

Bağırsak gazı ve gurultu, sindirimin iyi şekilde gerçekleşmediğine dair iki delil teşkil eder ve 
yemek sindirilmeden kalmıştır. 

* Yemeğin midede fasit oluşu ya da bozulması ne demektir? Yemeğin fasit olması demek, 
midedeki yiyecek ya yanmıştır ya ekşimiştir ya da kokuşmuştur (müteaffin). Ya da doğal 
olmayan bir şekilde değişime uğramasıdır. 

Üzüntü, sindirim zayıflığının sebepleri arasındadır. Üzülmekle sindirim işlevi tamamen iptal 
olabilir. Tam tersi durum da sözkonusudur. Mutluluk ve gamsız olma halleri, sindirimin iyi 
çalışmasına sebep olur. 

* Yemeklerin sindirimine yardımcı olan en iyi ilaç biberdir. Uyumak da sindirime yardımcı 
olur. Özellikle sol tarafınıza yatarsınız sindirim çok iyi çalışır. Çünkü bu durumda, karaciğer 
mideyi kuşatır. 

Burada uyumak deniliyor, uyumaktan kastı uzanmak olabilir. 

*Sağ tarafa uyumak, yemeğin mideden aşağı inmesine yardımcı olur. Bu durumda, mide 
düzleşir. 

Midede soğuk-balgam şişkinlğinden bahsediyor İbn Sina. 

*Baktın ki hastanın sürekli mide ağrısı var ve hatta uyurken bile ağrı vazgeçecek gibi değil. 
Ağrının yanında, ateşlenme, iltihap, vesvese ve kuruntu olmayıp ancak yüz rengi gümüş-gri, 
ağız suyu fazla ve nemli, susama nadir, hazımsızlık ve iştahsızlık varsa bil ki mide soğuk 
balgam şişkinliğine yakalanmıştır. 

Bir tane ilacı şu; kuşkonmaz, gündüz güzeli, tatlı badem yağı, pazı, lahana ve zeytin yağı. 
Bunları tek başına ya da birlikte mideye sürsünler. 

Hastanın yemeği kanı kurutacak-gillerden olmalıdır ve çabuk sindirilebilir olmalıdır. Ve hiç 
bir surette istifrağ yapmamalıdır. 

Midede apseden bahsediyor. Apse-nin kitapta geçen şekli ve Osmanlıcası ‘dümeT oluyor. 

Midede apsenin ilacından bahsedersek; midede travma oluşmuşsa ve apseye dönüşmemişse, 
damar kesme yöntemiyle ve soğuk ilaçlarla mideyi koruma altına al ki apseye dönüşmesine 
engel ol. 

Mide yarasına gelince. Burada yara için‘Kurha’ kelimesi kullanılıyor. Apseden farkı nedir, 
pek bir fik rim yok. Çünkü apse için irinli yara ya da irinli sivilce de denilebilir ki kurha için 
de aynı şey geçerli. Ancak burada bahsedilen iltihaplı yara, midenin parankimasında 








gerçekleşiyor yani midenin kendisinde, dış ya da iç yüzeyinde değil. Belki bu açıdan kurha 
apseden ayrılabilir. 


Kurha ya da biz yara diyelim, mide ağzında da olabilir, yemek borusunda da olabilir. Bunu 
nereden bilebiliriz? Belirtilere bakalım. Eğer yemek borusundaysa bu yara, hasta ağrının geri 
çekildiğini hisseder ve omuzlarının arası ağrır ve boyun bölgesinden göğüs bölgesinin (ya da 
torasik bölgesi) baş kısmına kadar acı çeker. Eğer midedeyse karın üstü bölgesi ya da torasik 
altı bölgesi ağrır, vesaire. 

Karın gazı da pek karşılaşılan sorunlar arasında. 

Özünde gaz yapıcı olmayan yiyecekler de karın gazına sebep olabilir. Mideye alınan yiyecek 
özünde gaz yapıcı değil ancak, yeterli sıcaklık alınan yiyeceğe galebe etmezse ve sıcaklık ya 
da ısı zayıf olursa, o yiyecek buhara dönüşür ve mide gazına sebep olur. 

Midede gaza sebep olmayan yiyecekler için üç durum söz konusudur. 

Yiyeceğin kendisi özünde gaz yapıcı değildir. 

Soğukluk, yiyeceğin hareketine engeldir. 

Yiyecek gaz üreticidir, ancak hararet galebe etmiştir ve gaz oluşumuna engel olmuştur. 

Hararet, yeterli düzeyde olabilir ve yiyeceği gaz oluşmadan sindirebilir. Ancak şahıs, 
yiyeceğin üstüne çok su içer ya da yiyecek midede birbirine karışacak şekilde hareket eder. 
Bu durumda gaz oluşur. 

Yiyecek özünde sıcaktır. Ve sindirildiği zaman daha sıcak olur. Eğer tam bu sindirim 
esnasında, soğuk ve yaş mizaçlı maddeyle karşılaşırsa o maddeyi çözümler ve buhara 
dönüştürür ve buhar da karın gazına dönüşür. 

Dalak hastalarında karın gazı gözlemlenir. 

Bunların ilacı nedir? Suda haşlanmış Havlıcan iyidir, ham yeseler de iyidir. 

İbn Sina bir yerde eski hekimlere fırça çekiyor. Demek ki biz de eskilere fırça çekebiliriz, 
elbette delilimiz varsa. Eskilerin yanlış yöntemlerini eleştiriyor. îşi zora soktuklarını, daha 
kolay ve doğru yöntemlerin olduğunu belirtiyor. Yani senin tedavin yanlış benimkisi doğru 
diyor. 

Muhaddir ya da uyuşturucu madde hakkında bir açıklama yapmış İbn Sina. 

*En düşük etkili uyuşturucu maddesi, haşhaş tohumu ve marul tohumudur. Haşhaş kabuğu, 
tohumundan daha uyuşturucu. Özellikle de siyah haşhaş kabuğu. Haşhaştan sonra en etkili 
uyuşturucu madde, çöl adam otu kökü kabuğu. Ancak hepsinden daha güçlü olan afyondur. 

Kari Marx’ın din için betimlediği uyuşturucu maddesi. Elbette insanın beynini ve ayırt etme 
yetisini uyuşturan ne varsa afyon etkisi yaratır ancak üstün irade afyonun panzehiridir gerisi 
tercih meselesi. 





*Galen’in güvencesiyle, İsarus hapı oldukça etkilidir ve ilacın içeriğinde yok yok. Mesela, 
iltihaplı kanlı su istifrağ ederse biri, bu hap onun için en iyi ilaçtır. Akrabadin’de de geçtiği 
üzere İsarus hapında, Galen’den aktarıldığına göre; Şam rezenesi, güzel kokulu olması ve 
besleyici olması için kereviz tohumu kullanılmıştır. Pelin otu da içennektedir. Pelin otu 
salgıyı ya da hıltı temizleyici, salgıyı aşağı doğru itici ve mide ağzını takviye edici özelliğe 
sahiptir. Tarçın da adıgeçen hapta yer alır, bunun nedeni iltihaplı kanlı suyun kötü kokusunu 
gidermesi içindir. Hem iltihabı düzeltir ve çözümler. Tarçının güzel kokulu olması sinir içeren 
tüm organlarla uyumludur. Afyon da aynı hapta vardır, bunun sebebi de uyku getirici 
olmasıdır. Ve dolayısıyla uyuşukluk hali verir. Hint yağı bitkisi de içerir ve bunun özelliği de 
afyonun toksisitesini nötralize etmek içindir ve afyonun yıkımını engellemek içindir. Öyle ki 
bununla hastaya herhangi bir zarar gelmesine engel olunur. 

Birkaç noktaya değineyim. Öncelikle İsarus ilacı, mide bulantısı, fenalaşma, istifrağa yakın 
haller içindir. İsarus’un tam tarifi Akrabadin’de yani Kanun’un beşinci ve son kitabında yer 
alır. Kanun Arapça yazıldığı için, Arapça olarak toplamda beş ana kitaptan oluşur. Ki Farsça 
tercümesi son cildini saymazsak yedi ciltten oluşur. Çünkü son cildi sadece fihristten 
ibaretmiş. Akrabadin nedir? Akrabadin ya da Akrabazin, İslam tıbbında ilaç formüllerini 
içeren el kitaplarının genel adı. Yani ilaç kodeksi demek oluyor. Bunlar bir yana, aslında şu 
ilginizi çekti mi bilmiyorum, bir ilaç hazırlanırken nelere dikkat edilir, neye göre eklenip 
çıkartılır. Mesela afyonu ekledin ancak toksik olduğu için onun zıttı olan antitoksin de 
eklemelisin, onu da sağlayan Hint yağı bitkisi gibi. 

Bir de kitapta geçen kanlı su demek olan ‘hunabe’ kelimesini ilahi aşk şairleri epey bir 
istifade etmişler. Hafız Şirazi diyor ki; 

‘kagezin-i came be HUNAB beşuyem ki felek rahnemuyem be pay-i alem dad nekerd’ 

Yani, felek beni alemdada (adalet bayrağı) çağırmadığından ben kağıttan kıyafetimi kanlı 
suyla, kanlı gözyaşımla yıkadım. 


Fenalaştın, halin kötüleşti, eğer bunun sebebi mide zayıflığındansa, istifrağ kesinlikle 
bulantını yatıştırmaz. Zorla istifrağ etmemelisin ama kendi kendine gerçekleşirse bu işlem, 
senin için faydalıdır. 

Sıra hıçkırıkta. 

* Soğuk mevsimlerde ve şiddetli soğuk algınlıklarında hıçkırık gözlemlenir. 

*Eğer soğuk mizaçlı ve soğutucu salgı midede bulunursa, hıçkırık gözlemlenebilir. 

*Genelde, bebekler ve çocuklarda hıçkırık gözlemlenir çünkü soğuğa dayanaklı değildirler. 
*Eğer şiddetli soğuk, mide ağzına etki ederse, mide ağzı büzüşür, kasılır ve hıçkırık oluşur. 

* Erken Ölüm kitabında aktarıldığına göre, hıçkırığa yakalalan kimsenin, sağ tarafında 
anormal bir şişkinlik gözlemlenirse ve belli sebebe dayalı değilse ve bunun üzerine hıçkırıkta 
artış olursa, böyle bir durumda şahıs, yarın olmadan diğer dünyaya göçer. 




Erken Ölüm kitabının kime ait olduğu belirtilmiyor. 

Hıçkırık eğer aşırı yemekten, mideyi tıkabasa doldurmaktan meydana gelmişse, istifrağ bu 
konuda yardımcı olacaktır ve en iyi ilaçtır. Hareket etmek, koşmak, çığlık atmak, sinirlenmek, 
mutlanmak, aniden korkutmak, yüzü soğuk suyla yıkamak, ata binmek, spor yapmak gibi 
faktörler hıçkırığı yatıştırmada etkilidir diyor İbn Sina. Ki ansızın korkutmanın günümüzde de 
yaygın olduğunu biliyorsunuz. Demek ki bir orijini vannış. 

Hıçkırığı olan biri öksürmek istiyorsa, öksünnesin, öksünnesini ertelesin, bu durumda 
hıçkırık yatışır. Hıçkırığı olan biri susamışsa, su ihtiyacını da ertelesin ve susuzluğa tahammül 
etsin, böylelikle hıçkırığı yatışır. Hıçkırık halindeyken, hapşurmak çok iyidir. Nefesi tutmak, 
hıçkırığı yatıştırmada çok iyidir. Fazla uyumak da hıçkırıkta etkilidir. 

Sıra karaciğerde. 

* Karaciğer öyle bir organdır ki onun için, kan üretim fabrikası, kan rafinesi ve kanda bulunan 
maddeleri taşıyıcı organ diyebiliriz. 

İnsan karaciğeri, sahip olunan cüsseye göre, tüm hayvanlar arasında en büyük olanıdır. 
Denilene göre, canlı ne kadar çok yerse ve bununla kalbi zayıf olursa, karaciğer daha büyük 
olur. 

Karaciğerin sağlıklı olup olmadığını, ne durumda olduğunu birkaç yöntemle anlayabiliriz. İbn 
Sina bu konuyu on bir maddede ele almış, biri şöyle; insanın yüz rengi, siması, şekli, derisi 
bize karaciğerin durumundan bilgi verebilir. 

Hıçkırık, hastanın iştahı, yiyeceğin midede sindirilmesi, bizi karaciğerin durumundan 
haberdar eder. 

Nefes darlığı (ya da Dispne) her ne kadar akciğerden kaynaklanmış olsa da, asıl sebebin 
karaciğer olması muhtemeldir. 

İnsanın çeşitli haletinden, karaciğerin doğru işlediğine dair nasıl bilgi sahibi olabiliriz? 

Eğer insanın yüz rengi, doğal beyaz ve kırmızıysa, karaciğerin sağlıklı oluşuna delildir. 

Eğer yüz rengi sarı olursa, karaciğer sıcak mizaç bozukluğuna yakalanmıştır. 

Eğer yüz rengi griye çalarsa hastanın soğuk suimizacı vardır. 

Eğer şahsın yüz rengi siyaha çalan griyse ve matsa, bunun sebebi karaciğerin soğuk ve kuru 
suimizacı olduğudur ve bu durum hastanın sarılığa yakalandığının delilidir. 

Eğer yüz, toplu ve etliyse, bunun sebebi karaciğerin mizacının yaş ve sıcak oluşudur. 

Eğer yüz, toplu olup yağ oranı yüksekse yani yağlıysa, karaciğerin mizacı soğuk ve yaştır. 


Eğer yüz sıskaysa, zayıfsa, karaciğer kurudur. 



Parmakların kısa ya da uzun oluşu da karaciğer hakkında bizi bilgilendirir. Parmaklar uzunsa 
karaciğer büyük, kısaysa küçüktür. 

Eğer karaciğerin kendi tabiatında bulunan rutubet ya neme hararet baskın gelirse, beden 
sağlıklı ve hastalıksız olur. Ancak böyle bir cüssede, rutubet hararete baskın gelirse, şahıs 
enfeksiyon hastalıklarına müsait olur ve yakalanır. 

Eğer bir kimsenin karaciğerinin kendi öz mizacı soğuk ve kuruysa, damarlar dar, belirsiz ve 
sert olur. Tüm vücudu kuru olur, vesaire. 

Genellikle karaciğer rahatsızlıkları mideden kaynaklanır. Yiyecek böyle bir durumda fasit 
olur ve sindirilmeden dışarı atılır. Yiyeceğin fasit olmasından başka bir sebep varsa söz 
meclisten dışarı. 

Eğer karaciğer sıcak suimizaca sahipse; iltihap, ateş, hararet, iştahsızlık, idrarın sarılığı 
vesaire durumlar gözlenir. 

Eğer karaciğerin sıcaklığı aşırı derecede artış göstermişse, bu durumda karaciğer daha çok 
sevda maddesi üretir. Malihulya hastalarında (ya da melankoli) ve cinnet geçirenlerde 
karaciğerin aşırı sıcak olduğunu görebilirsin. 

Eğer karaciğerde yaş-suimizaç varsa; dil nemlidir, susama az görülür, yüz rengi beyazdır, açık 
tenlidir, sarıya çalabilir. 

Eğer karaciğer yaş-suimizacı artış gösterirse ve nem baskın gelirse, şahsın yüz rengi yeşile 
çalabilir. 

Kurt ciğeri karaciğer rahatsızlıklarında etkilidir. Salyangoz eti de karaciğer rahatsızlıklarında 
etkilidir. Yani salyangozun etli kısım. Bu iki şeyi kim uygular Allah aşkına! 

Karaciğer için zararlı etkenler nelerdir? Bunlardan birkaçı şöyle: 

Tok bir kimse, tok olmasına rağmen yine de yerse ve yemek ardı ardına midede birikirse ya 
da yemeğin sırası tertibi türü düzgün olmazsa, mesela ilk yenilen yemek zor sindirilirken 
ardından gelen yiyecek kolay sindirilebilen hafif bir yemek olursa, böyle bir durum ve 
bahsedilen etkenler karaciğer için çok zararlıdır, her şeyden daha zararlıdır. 

Aç karnına, banyodan hemen sonra, cimadan sonra, spordan ve yorulduktan hemen sonra 
soğuk su içmek tamamen karaciğerin zararınadır. 

*Hangi yemek olursa olsun, eğer yapışkanımsı madde içerirse, bu karaciğerin zararınadır. 

Zira yemeğin yapışkanımsı maddesi karaciğerde tıkanıklığa sebep olur. Mesela buğdayda 
bulunan yapışkanımsı hal, karaciğerin zararınadır. Ama bunun yanında diğer organlar için 
herhangi bir zarar teşkil etmemektedir. Evet, buğdaydaki yapışkanımsı madde karaciğere 
ulaşır da orada sindirilirse, bu durum karaciğerin zararıyla sonuçlanır. Tüm buğday çeşitleri 
bu zararlı yapışkanlığı içennez, bazı türleri karaciğerde hasara sebep olur. 

Sizce yapışkanımsı maddeden kasıt ‘Glüten’ olabilir mi? 

Safran, kuş üzümü karaciğerle uyumludur ve faydalıdır. 




Hindiba, karaciğere çok faydalıdır. 


Tatlı türleri karaciğer için uygundur. Karaciğeri dolgunlaştırır, parankimasını geliştirir. Ama 
eğer bir kimsenin karaciğerinde sıcak şişkinlik varsa tatlı şeylerden kaçınmalıdır. 

Antep fıstığı da karaciğer için oldukça faydalıdır ama mizacı çok sıcaktır. 

Fındık, antep fıstığına nazaran sıcaklığı daha azdır ve karaciğere oldukça faydalıdır. 

Arpa suyu, kabız edici ve güçlendirici özelliğe sahiptir, karaciğere faydalıdır. Hindiba bir 
numaradır. 

Eğer hastanın karaciğeri sıcak mizaçlıysa, hindibayı suda pişirsin ve içsin, bu onun 
yararınadır. Özellikle de eğer hindibayı kuru kişnişle ya da yeşil kişnişle beraber tüketirse 
daha faydalıdır. Kasni ya da hindibayı, sirkeyle tüketirse de faydalıdır. 

Eğer hastanın karaciğeri sıcak mizaçlıysa, berberis çok faydalıdır. Ve olağanüstü bir etki 
yaratır. Demirhindi de berberis gibi ( ya da zirişk) etki yaratır. 

Osmanlı mutfağının en sevilen şerbeti olan Demirhindi’yi duymuşsunuzdur. Sümela manastırı 
dönüşünde, hemen manastırda yer alan bir büfeden alıp denemiştim. Karadenizliler nerede ne 
satacaklarını iyi biliyor. Manastıra çık, ayrı bir yorucu... bir de geri dön... bünye pek 
kaldırmıyor. Neyse Demirhindi enerji içeceği gibi geldi, denemelisini z . 

Demirhindi ( ), kitapta Temurhindi olarak geçiyor. Temur Türkçe’de demir demek 

oluyor. Timur da büyük ihtimal buradan geliyor. Ama Arapça olarak okuyunca Tamr-hindi 
yani Hint hurması. Galiba en doğrusu da ikinci seçenek. 

Baktın ki hastanın karaciğerinde tıkanıklık var; berberis, demirhindi ve kerevizi karıştır 
hastaya yedir, iyidir. 

Eğer hasta, kaliteli gül yağıyla elma yağını soğuk suyla tüketirse karaciğerin sıcak mizacını 
ılımlı hale getirir. 

Bitkilerin isimlerini internette araştırıyorum. Farsçasını ya da Arapçasım yazdığımda, bilimsel 
adıyla beraber gösteriyor. Google bu konuda epey bir kolaylaştırdı işimi. Ama bazı bitkileri 
Farsçasıyla yazdığımda sadece bilimsel adını belirtiyor, Türkçesini belirtmiyor. Bilimsel adını 
yazdığımdaysa Türkçesi eklenmemiş olarak karşıma çıkıyor. Farsça sitelerde baktığımda 
farklı isimler gösteriyor. Yani bir bitkinin adını bulana kadar bazen epey bir efor 
sarfediyorum. 

Sonuç: Bu bitkiyi es geç, olmazsa da olur. 

En iyisi siz aşağıdaki örneğe bir bakın. 

Sıcak mizaçlı karaciğere sahip olan kimselerin günlük öğünleri de belli bir kural çerçevesinde 
olmalıdır. Meyvelerden ne yesinler? Ayva, annut ve zalzalek vb. 




Zalzalek nedir? Bilimsel adı; Crataegus aronia. AzerbaycanlIlar ‘yemişan’ diyorlar. Ancak 
Türkçesi belirtilmemiş. Büyük ihtimalle, görsellerdeki resimlerin de örtüşmesiyle bizde de 
‘Alıç’ manasına geliyor. 

'"Karpuzun fazla tatlı olmayanı, özellikle de Arapların deyimiyle ‘raqee’ karpuzu ya da 
Filistin’de yetişen türü ya da Hindistan’dan getirileni sıcak suimizaçlı karaciğer sahipleri için 
faydalıdır. 

Maş fasulyesi aşı, Kazayağı aşı ( ya da Chenopodium albüm), ıspanak aşı vb aşlar sıcak 
suimizaçlı karaciğerliler için faydalıdır. Kuruyemişlerden de; kestane, kuş üzümü, antep 
fıstığı vb faydalıdır. 

Tarçının bir özelliği de antiseptik oluşudur. Bunun yanında, mizacı düzeltir, mizacın 
bozulmasına sebep olan maddelerin atılmasına yardımcı olur, iltihaplı kanlı suyu savar, zehirli 
ilaçları nötralize eder. 

*Kuş üzümü karaciğerin dostudur. 

Karaciğer Yollarının Tıkanması 

Burada geçen ‘godar’ kelimesini ‘suyun geçiş yolu’ olarak çevirmişler. Ben de yol dedim. 
Ancak tam karşılığı karaciğerdeki sinüsler midir, emin değilim. Biz genel bir tabir oluşturma 
adına ‘karaciğerde tıkanıklık’ diyelim. 

İbn Sina karaciğerin anatomisini; karaciğerin konkav kısmı ve konveks kısmı olarak iki 
boyutta inceliyor. Karaciğer tıkanıklığının daha çok konkav kısmında görüldüğünü belirtiyor 
yani çukurumsu kısımda daha yaygımmış. 

Bu tıkanıklığın karaciğerin hangi kısmında oluşuna dair de belirli belirtiler var, onu da 
belirtiyor İbn Sina, ancak ben geçiyorum. 

Karaciğer ağrısında sıra. 

Karaciğer ağrısının çeşitli sebepleri var. Sıcak şişkinlik, tıkanıklık bu sebeplerden birkaçı. 

*Denilene göre Hipokratın kabrinin orada tıpla alakalı bir kitap bulmuşlar. Bu kitapta geldiği 
üzere; eğer bir kimsede karaciğer ağrısı varsa, kafasının arka bölgesinin çıkıntı tarafı ve arka 
kısmı kaşınır da kaşıntı artarsa ve ve iki ayağının baş parmağını da kaşıntı tutarsa, bununla 
birlikte ensesinde baklaya benzer bir şey çıkarsa, bu şahıs beşinci gün dünyadan göçer. 

İbn Sina bir doktordan bahsediyor. Meslektaşı olan doktor bey, karaciğer travması geçiren bir 
hasta için İbn Sina’nın tabiriyle ‘uyduruk’ bir ilaç deniyor. İbn Sina karşı çıkıyor, hastanın 
öleceğini belirtiyor. Neyse aynı doktorla hastanın başında toplanıyorlar. Adam yine aynı ilacı 
uyguluyor, hasta yapışkanımsı terler döküyor ve sonunda da ölüyor. Ve İbn Sina’nın dediği 
oluyor. Peki İbn Sina’nın bildiğini diğer doktor neden bilmiyor? Tecrübe meselesi mi? 
Aslında aynı geleneksel tıp yöntemleri izleniyor yani iskeleti değişmiyor. 


Büyüyen Ay yayıncılığa ait ‘İbn Sina Kitabı’ adlı bir kitap var. O kitaptan birkaç alıntı 
yapacağım. İbn Sina kimdir, bir de kendisinden duyun: 




‘Her ne istersen sor... Korkma... Her hastalığın devasını bilen ve her söylediğini izaha kadir 
olan kimsenin karşısındasın! O sana tıbbın gizli sırlarını haber verir. Bu sırlar onun içinde 
mahfuz ve masundur (korunmuştur). Bana bunları çok bilici olan Tanrı öğretti! Ve bana 
‘hakimin söylediklerini belle’ dedi. Bukrat (Hipokrat), Batlamyus, Sokrat ve Calinos’tan 
(Galen) sonra bu meydanın sahibi benim!..’ 

Pek iddialı değil mi? Zamanında İbn Sina’ya kıskanç kimseler haset güdermiş. 

Yine İbn Sina şöyle diyor: 

‘Bana onlar yan yan bakıyorlar. Çünkü ben yücelikler uğrunda çalışarak gecelerimi sabah 
ettim. Onlarsa sabahlara kadar uyudular. 

Onlar bana sevgisizlikle bakmakta olduklarından beni fena görüyorlar. Sevgi gözüyle bakmış 
olsalardı, bende fena görmekte oldukları şeyin iyi olduklarını görür ve bilirler ve bu 
beğenmediklerini beğenirler idi.’ 

İbn Sina’nın ölürken söylediği son sözse şu: 

‘Seni tanımak için şöyle bir düşündüm, gördüm ki meğer hiçbir şey bihniyormuşum.’ 

* Karaciğerde apse patlarsa ve iltihabı bedene yayılırsa; idrar ve ishal yoluyla atılmazsa, bu 
durumda ameliyat yapmaktan başka çaren kalmaz. Üst bacağın bazal kısmını kes, ‘oriton’ 
dedikleri ince zara ulaşana kadar kasları arala ve onu del. Deliğin içine boru yerleştir ve 
böylece apseden çıkıp birikmiş İrinleri boru aracılığıyla boşalt. Sonra kesik yeri uygun 
pomatlarla iyileştir. 

Pomatla kremin farkı; kremin derinin alt kısımlarına penetre olamazken, pomadın derinin alt 
kısımlarına dahi penetre olması. Ki kitapta krem değil de pomad olarak geçiyor. 

Ameliyat yerini kapatacak kadar güçlü pomadlar da demek ki varmış. 

Sıra İstiska hastalığında. îstiska Osmanlıca sözlükte susama ya da su birikimi olarak geçiyor. 
İbn Sina istiskayı şöyle tanımlıyor: 

‘İstiska, soğuk mizaçlı yabancı madde ve soğutucu maddenin etkisiyle meydana gelir. 
İstiska’ya sebep olan madde organa giriş yapar ve o organda gelişir ve artar.’ 

Böbrek, İstiska hastalığına yakalanmaya müsait organlar arasında yer alır. 

İstiska hastalığının üç durumu vardır: 

Doku İstiskası: Balgam maddesi sebep olur ve bedene yayılır. 

Hiyaghi İstiskası: Sıvımsı madde sebep olur, alt kısımlara doğru ilerler. 

Davul (Tabi) İstiskası: Gaz sebep olur. 

Bu üç İstiska türünde karaciğer rahatsızlığı müdahildir. 



İstiska’yı internette araştırdım, günümüzde iki karşılığı olabilir. Birincisi Asit hastalığı diğeri 
de Ödem. Asit hastalığı Hiyaghi istikası için uygunken Ödem de Doku İstikasına daha uygun 
düşüyor. Asit hastalığı peritonda sıvı birikmesidir. Hiyaghi Asit’tir diyebiliriz. Doku 
İstikasında balgam kan yoluyla taşındığından ve bedene yayıldığından Ödem burada önplana 
çıkar. Doku istiskası Ödem’dir diyebiliriz. Ben Asit hastalığını ilk önce Davul Istiskası olarak 
düşünmüştüm, çünkü karın bölgesi olağan bir şişkinliğe ulaşıyor. Davul gibi. 

^Dalaktan kaynaklanan îstiska hastalığı karaciğerin sertleşmesinden kaynaklı olana göre zarar 
oranı daha azdır. Çünkü karaciğerin sertleşmesinde tedavi ışığı sönmüştür artık. îstiska 
maddesinin artışı gözlemlenirse; Astım, nefes darlığı ve öksürme gibi durumlar ortaya 
çıkabilir. Böyle bir durum, ölüm riskini belirtir ve hasta üç gün süre zarfında ölebilir. 

^Melankoli (ya da Malihulya) hastası kimse, eğer îstiska hastalığına yakalanırsa, melankoli 
ortadan kalkar. Çünkü îstiska hastalığının sahip olduğu rutubet-yaş, Melanikoli hastalığını 
nemlendirir. 

*Hipokrat , m dediğine göre, karaciğerinde su birikimi olan kimsenin suyun patlaması halinde 
karın bölgesine yayılırsa ve karın bölgesi suyla birikirse, hasta ölür. 

*Galen, Hipokrat’ın teşhisini şöyle yorumluyor: Hipokrat’ın bu sözden kastı, karaciğer 
yüzeyinde çok sayıda kabarcıklar görülür ve kabarcıklar sıvıyla doludur. Bu kabarcıkların çok 
sayıda olması ve patlaması halinde, kabarcıklardaki sıvı karın boşluğuna yayılır. Bu maddenin 
karın bölgesinin ince yağ zarına erişmesiyele yağ zarını sindirir. 

Galen tefsirine devam ediyor ancak ben burada noktalıyorum. 

* Davul istiskasına yakalanan biri, sürekli geğinne isteği duyar ve geğirdiğinde de rahatlar. 

Bundan sonra îstiska hastaları için ilaç yazıyor İbn Sina. İlaçları belirtmeye gerek 
görmüyorum ama önemli noktalara değinen açıklamaları gerekli görüyorum. 

* îstiska hastalarının yaş banyo yapması sakıncalıdır, iyi değildir. Kuru banyo yapmaları daha 
iyidir. Tennür, kuru banyolar arasında en iyi olanıdır. Tennürü yaktıktan sonra ateşinin 
sönmesini beklesinler. Tennürün sıcaklığının düşmesini beklesinler öyle ki sıcaklık hastanın 
dayanabileceği, tennürde durabileceği kadar olmalıdır. Baş, tennürden dışarı olmalıdır çünkü 
nefes almaları, kalp ve akciğerlerinin serin olması ve çok fazla susamamaları için bu 
gereklidir. Tennürün içinde yer alan bedenin geri kalanı, çok fazla terleyecektir. Tennür 
banyosu çok yararlıdır, özellikle de doku istiskasına yakalananlar için. 

Tennür, ocak ya da tandır gibi bir yer. İbn Sina’nın burada bahsettiği şey günümüzün saunası 
oluyor. 

îstiska hastalığına yakalanan bir kadına rast geliyor İbn Sina. Kadın, tabiplerin verdiği ilacı 
denemesine karşın şifa bulmuyor. Öldü ölecek derken, kadın inanılmaz derecede nar yiyor. 

İbn Sina bile ne kadar nar yediğini tarif edemiyor. Neyse, kadın sonunda nar sayesinde 
iyileşir. ‘Nar yeme isteği kadının doktoru oldu.’ diyor İbn Sina. 

Dalak ve safra kesesinde sıra. 


*Eski doktorlar, idrar kesesini büyük kese, safra kesesini küçük kese olarak tanımlardı. 




Safra kesesinin yaratılış hikmeti nedir, ne olabilir, ne iş yapar? Kanı durulaştırır, karaciğer 
atıklarını arıtır, dışkıyı kışkırtarak dışarı atılmasını sağlar, bağırsakların temiz olmasını sağlar 
gibi. 

İbn Sina dalak için çöp kovası tabirini kullanıyor. 

*Dalak kirli koyu kanı sindirir. 

Ciltte görülen geniş siyah lekeler, cüzzam hastalığı, Alopesi (ya da Saçkıran, kanser 
hastalıkları, dalak yetmezliğinden kaynaklanabilir. 

*Dalak büyürse beden zayıflar. 

*Mide ve dalak arasında, mideyle dalağın irtibat kurmasını sağlayan damar bulunur. 

Herhalde Splenik arteri kastediyor. Herhangi bir fikri olan? 

Siyah sarılık ve sarı sarılık hastalığında sıra. 

* Öncelikle bunu bilmiş ol ki sarılığa yakalanan hastanın ten rengi sarı ya da siyahtır. Ten 
renginin değişimine sebep olan şey, safra sarısı salgısının ve sevda siyahı salgısının 
cereyanıdır ki bedene yayılarak bedeni kendi rengine çevirmiştir. 

Kitapta belirtilen kelime ‘yerekan’. Osmanlıca lügatinde de böyle geçiyor. Arapça bir 
kelimedir. Ve renk değişimi demek oluyor. 

Sarılık için renk değişimi galiba daha doğru çünkü siyah sarılığı duymamışsınızdır, ben de 
yeni öğrendim. Neticede sarılık sarılıktır. Hepatit sarılığı değil kastedilen. îkter olarak da 
bilinen sarılık kastediliyor. 

* Gen el olarak sarı sarılık hastalığı, safra kesesi ve karaciğerden kaynaklanır. Siyah sarılıksa 
dalaktan kaynaklanır. Siyah sarılığın karaciğerden kaynaklanma olasılığı da bulunur. 

En iyisi anlam karmaşası yaşamamak için ‘sarılık’ yerine ‘îkter’ desem daha doğru olacak. 

Safra maddesinin fazla üretilmesinin nedenlerden biri; organın kendisi olabilir, yabancı 
madde de olabilir vesaire. 

Aşırı sıcaklar karaciğere etki edebilir ve safra üretimini hızlandırır, bunun sonucunda ikter 
gözlemlenebilir. 

Süt gibi gıdalar, sıcak mizaçlı mideye ulaştığında safra üretimini tetikleyebilir. İhtimaller çok 
fazla. Vücutta bulunan sıcak şişkinlik de iktere sebep olabilir. Çünkü böyle bir durumda sıcak 
şişkinlik, beden ısısını da arttıracaktır. 

Kulunç hastalığına yakalananlarda da ikter gözlemlenebilir. İbn Sina da kulunçtan ötürü vefat 
etti. Önü alınmadıkça insanı ölüme sevk eden bir hastalık. İbn Sina bu hastalık hakkında 
sonradan açıklama yapıyor. 


Peki, ikterin kulunçtan kaynaklandığını nasıl bilebileriz? Bunun da yöntemleri mevcut. 




Siyah ikter, dalaktan da kaynaklanabilir karaciğerden de. Karaciğerden kaynaklanma sebebi 
ne olabilir? Karaciğerin sıcaklığı artmıştır, kanı yakmıştır ve onu sevda maddesine 
dönüştürmüştür, bundan ötürü sevda maddesi bedendeki normal seviyesinden yükselmiştir. 

Kanın yanması tabiri gerçekte ne anlama gelir? Çünkü bu tabiri gelenekselciler epey 
kullanırlar. Oksitlenmesi olabilir mi? Biraz eskileri tekrar etmem gerekecek. 

Siyah ikter ve sarı ikterin beraber görülmesi de mümkün. Yani hasta her iki iktere de 
yakalanmıştır. 

İnsan bedenindeki renk cümbüşleri analiz edilmeli. Elbette şahsi fi kr im. 

İkterin tedavi edilmeyip, kendi haline bırakılması ve salgının çözümlenmeden kalması 
hastanın zararınadır hatta ani ölüm bile gözlemlenebilir. 

En kötü ikter, şişkin karaciğerden kaynaklı ikterdir. 

Anladığım kadarıyla, karaciğer her zaman en hayati organdır. Karaciğeriniz sağlamsa, çoğu 
hastalıklardan güvendesinizdir. Karaciğerinizi iyi koruyun. 

Yine Hipokrat’tan alıntı yapıyor İbn Sina. Belirgin belirtilerin kötüleşmesi halinde, hastanın 
on dört gün içerisinde ölebileceğim belirtiyor. Baş dönmesi, idrarda burçak tanesine benzer 
kırmızı maddenin görünmesi, titreme gibi belirtiler. Belirgin belirtiden de kastım zaten 
kırmızı madde gibi anormal şeylerin görünmesi. İşte bunlar Azrail’in ayak sesleri oluyor. 

Demiştim ki siyah ikter karaciğerden de dalaktan da kaynaklanmış olabilir. Sarı ikter de 
karaciğerden kaynaklanmış olabilir. Ancak Sarı ikter asla dalaktan kaynaklanmaz. 

Siyah ikterin, dalaktan mı yoksa karaciğerden mi kaynaklandığını nasıl bilebiliriz. Birkaç 
belirti burada önplana çıkıyor, şöyle ki: Dalaktan kaynaklanan siyah ikter, karaciğerden 
kaynaklanan siyah iktere göre daha siyahımsı oluyor. Ve dalaktan kaynaklanan ikterde, dalak 
büyüyor yani splenomegali gözlemleniyor, dalak ağrısı da cabası. 

* Siyah ikterde, çoğunlukla kabızlık sorunları gözlemlenir. Çoğunlukla dedim, bazen de 
yumuşama görülebilir. 

Dalaktan kaynaklanan siyah ikterde, hazımsızlık sorunları baş gösterir ve karın gurultusu 
görülür. Hasta sebepsiz yere dertli ve üzüntülü olur. Hasta siyah ter dökebilir. 

Terin siyah olması da ayrı bir olay bana göre. Yani ten rengine baskın olan renklerin bedene 
penetre olması, bence olağanüstü bir durum. Nutfenin kemikli bir et kütlesine dönüşmesi gibi. 

Sıra tedavisinde. Safrayı dışarı atmak için ishal yöntemleri uygulanmalıdır. Peynir suyu, 
safrayı ishal etmede başarılıdır. İshalden kasıt; dışarı atımı. 

Soğuk algınlığı ikter hastaları için çok zararlı. Özelllikle de banyodan sonra iyi kuşanmaları 
gerektiğini söylüyor İbn Sina. 

*Başkalarınm söylemine göre, ikter hastalarının sarı renkli eşyalara ya da cisimlere bakması 
faydalıdır. Sarı renge bakmak, insan doğasını harekete geçirir ve safra maddesini bedenden 






uzaklaştırır ve tümünü deriye yollar, böylece tedavi etmek daha da kolaylaşır. Ancak ben 
böyle tür ilaçları çok da inkar etmiyorum. 

îkter hastalığında terletici ilaçlar arasında en absürt ve tiksinç olanı şu: 

Köpeğin beyaz dışkısı ki içeriğinde hiç siyahlık olmayacak. Böyle bir dışkı, köpeğe sadece 
kemik yedirmekle elde ediliyor. Başka bir şey yedirilmiyor. İşte böyle bir dışkıdan dört 
dirhem kadar alacaksın ve balla karıştırıp tenavül edeceksin. 

Terletici ilaçlar yirmi altı tanedir. 

Bir de ikter hastalığında idrar getirici ilaçlar var. Yine en çılgınca olanını belirteyim: 

Hasta, servi ağacı kozalağından iki dirhem, hıtai tarçınmından bir dirhem kadar ama kaliteli 
olacak ve eski siyah üzüm şarabını yesin ve ardından süratle koşsun. Ne sarılık maddesi varsa, 
idrarıyla aşağı inecektir. 

Eski siyah üzüm şarabı ve tazı gibi koşmak... Birincisini baştan ele. Zira bir hadise göre, 

Allah haram kıldığı şeyde şifa yaratmamıştır. Onun için eğer haramın yerine geçecek helal 
seçenek varsa o öncelikli tutulmalıdır eğer yoksa da başka tedaviler de mümkündür, onlar 
denenmelidir fikrindeyim. İkincisindeyse, koşu bandı işe yarar gibi gözüküyor. 

Sarılık ya da ikter burada sonlandı. Bazı dalak hastalıkları şöyle. 

Dalak hastalıkları genelde sonbahar mevsiminde gözlemlenir. Dalak hastası olanların ten 
rengi genelde siyaha çalan sarıdır. 

Dalak sıcak, yaş, kuru, soğuk suimizaca sahip olduğu durumlardaki belirtileri, konunun 
uzamaması için açıklamıyorum. Ama şunu zihninizde canlandırın, eğer dalak kuru suimizaca 
sahip olursa kan yoğundur ve beden zayıf, sıcak suimizaca sahip olursa susuzluk gibi 
belirtileri vardır. 

Dalak hastalığında kullanılan ilaçlar karaciğer hastalığında kullanılan ilaçlardan pek farkı yok 
ancak dalak hastalığında kullanılan ilaçların karaciğer hastalıklarında kullanılan ilaçlara göre 
daha kuvvetli olması ve çabuk etki etmesi gerekir. 

Geyik dili, gebre otunun kök kısmının kabuğu, çöl sarımsağı... Bunlar dalak hastalıklarının 
özel ilaçları. 

Hipokrat, dalak hastasının ağrı duymasını, duymamasından daha iyi olduğunu söylüyor. 
Çünkü bununla, demek ki dalak henüz hassasiyetini kaybetmemiştir. 

Dalak şişkinliğinde semiz otu faydalıdır. 

Deve sütünden başka diğer sütler dalak hastalığı için faydalı değildir. Dalak hastalarının 
sadece deve sütü içmesi gerekir. 


Dalak hastalığı için bir ilaç belirtiyor İbn Sina. Şöyle: Hayıt otu meyvesi, Mersin ya da Murt 
ağacı tanesi, maş-daru (muhtemelen maş fasulyesi olmalı), kamadriyos (ne olduğunu 




bulamadım), baneh ağacı meyvesi (ya da çatlanguş), tümünü iskencübinle birlikte tenavül 
etsinler. Sadece her birini de iskencübinle tenavül etseler iyidir. 

Kitapta Baneh ağacını parantez içinde çatlanguş olduğu belirtilmiş. İçinde g ve ç gibi harflerin 
baskın olduğu kelimeler genelde Türkçedir nedense. Çatlanguş da öyle. Çatlanguş yani 
Menengiç demek oluyor. Menengiç ya da Çitlenbik de diyebilirsiniz. 

İnternette gezinirken bir şiire rastladım. Antoloji.com’da geçiyor. Şiir, Şahbettin Uluat’a ait. 
Şiirin adı: Ben Çocukken Van Bambaşka Bir Yerdi. Çok yöresel ve çok tatlı içten bir şiir, bir 
bakın mutlaka. Orada bir kıtayı hemen alıntı yapayım: 

Çatlanguş toplardı annelerimiz 

Yemekler yapardı bize tertemiz 

Yemlikle, birlikte yerdik hepimiz 

Ne bitkiler vardı o tarlalarda. 

Biz de Donbalan toplarken yemlik de toplardık. Galiba bunlar hep yadigar olarak tarihe 
kazınacaklar. Çatlanguş’u şimdi kim ne bilsin değil mi? 

Dalak hastalıklarında deve sütünün yararlı olduğunu demişti İbn Sina. Şimdi sütün de 
faydalandığı ve sayesinde üretildiği ot bitki var. Deve ne tür otlar yese, sütü daha iyi olur? 
Yani en iyi deve sütü nasıldır? Deve, Tarnagut ya da Parak ağacının yaprakları (Türkçesini 
bulamadım), Yavşan otu, kereviz ve rezeneyle beslenirse sütü kaliteli olur. 

Bağırsak ve anüste sıra şimdi. 

* Allah u teala celle celaluhu ki O’nun adı adların en yücesi, ahkamı en adil ahkamdır, O’ndan 
başka tapılmaya layık ilah yoktur ki Ademoğlu zümresine olan lütuf ve inayetleriyle ezelden 
bu yana insanoğlunun yaşam gereksinimlerinden haberdardır, işte O Allah, bağırsakları çeşitli 
sayıda ve bölüm bölüm, çember şeklinde yaratmıştır. 

İşte bölüme böyle başlıyor İbn Sina. 

İbn Sina bağırsakların sayısını altı olarak söylüyor. Günümüzde de aynen böyledir. İnce 
bağırsak ve kalın bağırsak, her birisi üç ana dala ayrılır, toplamda altı adettir. İnce bağırsak 
şöyle; duodenum ya da on iki parmak barsağı, jejunum ve ileum. Kalın bağırsaksa şöyle; 
çekum ya da sekum ya da kör barsak, kolon ve rektum. Elbette kolon da kendi arasında 
ayrılır. Günümüzde barsaklar böyle tanımlanıyor. Bunu bir de İbn Sina’dan okuyalım. 

Değişik adlandırmalar karşısında tepkiniz nasıl olacak acaba? Sırasıyla şöyle: 

İlk önce isnaaşeri ya da on iki parmak barsağı. 

Oruçlu (saim) barsak. 

Dakkak barsağı 


Tekgöz (Arapçası; aver) barsağı 




Kolon 


Müstakim 

* Duodenum bağırsağı mideye yapışıktır. Ağız kısmına bevvab ya da kapıcı denir. Bu ağız 
kısmı yemek borusunun tam karşısında yer alır. 

* Duodenum ağzı yemek borusuna göre daha dardır. Neden duodenum, yemek borusu gibi 
yaratılmamıştır ve yemek borusu daha geniştir? 

İki hikmeti var, bir tanesi şu ki; yemek borusundan geçen madde duodenuma göre, daha sert 
ve daha hacimlidir. Duodenumdan geçen madde daha yumuşak daha düzgün ve az hacimlidir. 
Çünkü sindirilmiştir ve nemli maddeyle karışmıştır. 

Peki neden on iki parmak demişler? Neden on iki? 

Çünkü duodenum barsağının uzunluğu, bağırsak sahibinin on iki parmağı kadardır. 

Demek ki o zamandan kalma bir terimmiş. 

Neden duodenumdan sonra gelen bağırsak için oruçlu terimi kullanılmış. Çünkü içi boş. 

Oruçlu bağırsağın günümüz karşılığı jejunum oluyor. Jejunum kelimesi Latince olan ‘Jejunus’ 
kelimesinden türetilmiş ki İngilizce karşılığı ‘Fasting’ Türkçe karşılığıysa ‘oruç ya da oruçlu’ 
oluyor. Tekgöz bağırsağıysa kör barsak yani çekum oluyor. 

Kolon Yunanca bir kelime. Kulunç hastalığı da kolon-dan türetilmiş. Kulunç hastalığı daha 
çok kolon bağırsağında görüldüğü için. 

Bağırsağı kuşatan damarlar genelde karaciğerle irtibat halindedir. 

İshal çeşitlerinde sıra. 

Midedeki maddenin çıkışı ya yukarı yolla olur yani istifrağla olur ya da aşağı yolla yani 
ishalle olur. 

İshalin bir sebebi de karın gazı olabilir. Gaz, midede yemeği fasit eder, bozar ve ishale sebep 
olur. İshal Portal venden de kaynaklanmış olabilir. Karaciğerden de kaynaklanmış olabilir. 

Oruçlu bağırsak, karaciğere komşudur ve hiçbir bağırsak oruçlu barsak kadar karaciğere yakın 
değildir. En yakını oruçlu bağırsaktır. 

Güney bölgelerde ve güney rüzgarının esmesiyle kanlı ishal çok görülür. 

Hipokratın kabrinin orada bir kitap bulunduğunu söylemişti İbn Sina. O kitapta şöyle yazıyor: 
Eğer bir kimse kanlı ishale yakalanır yani dizanteri olur da, sol kulağının arka kısmında siyah 
renkli ve burçağa benzeyen birşeyle karşılaşırsa ve fazla susarsa, yirminci günde ölür, yirmi 
birinci güne çatmaz, yirmi birinci günü görmesi imkansızdır. 




Bir de ‘hayza’ hastalığından bahsediyor İbn Sina. Hayza hastalığında ishal ve kusma beraber. 
Çok yemek bu hastalığın sebebi. Çocukların bu hastalığa daha çok yakalandığını belirtiyor 
İbn Sina. Yaz ve sonbahar mevsimlerinde daha yaygın. 

Oruçlu kimse orucunu eğer önce soğuk suyla açar ve ardından hemen zor sindirilen ağır bir 
yemek yerse hayza görülebilir. Oruçlu olmasa da olur, yeter ki aç karnına olsun. 

Kayısı ve kavun da hayzaya sebep olabilir. 

Hipokratın dediğine göre ‘Lasag’ olan kişiler yani ‘r’ harfini düzgün telaffuz edemeyenler 
daha çok mide fesadına yakalanırlar. 

Uyku, ishal hastaları için en iyi ilaçtır. 

Bir konu daha var. Bir ilaç yaparken, hazırlarken, kaç tane bitki kullanıldığı da şaşırtıcı 
doğrusu. Mesela bir tanesini saymaya başlıyorum... Toplam on sekiz tane. On sekizin olasılığı 
kaç olur, onu da siz hesaplayın. Birkaç otu kaynatıp da ilaç diye halka sunmak ne marifettir ne 
de ustalık zannı da demek ki çürükmüş. Yüzeysel bakınca, kısmen de olsa demek ki belli bir 
doğruluk payı varmış geleneksel kadim tıbbın. Ama yüzeysel bakmak da yeterli değil. 

Dördüncü cilt burada sonlandı, sıra beşinci ciltte. 

İbn Sina beşinci cilde bağırsak ağrılarıyla başlamış. Yani bağırsaktan devam ediyoruz. 

Mağs rahatsızlığından bahsediliyor. Mağs, Osmanlıca’da da geçtiği üzere ‘bağırsak ağrısı’ 
demek oluyor. Bağırsak ağrısının özelleşmiş ismi mağs oluyor. Farsça del-derd ya da 
şikempiçe olarak ifade edilir. 

Bağırsak ağrısının sekiz sebebi var. Gaz karında tıkanmış olabilir, yara ya da şişkinlikten 
kaynaklanabilir, ateşlenmeden ve bağırsak kurtlarından da kaynaklanmış olabilir. 

Eğer bağırsak ağrısı şiddetlenirse, kulunç hastalığına benzer ve ilacı da kulunç hastalığının 
ilacıdır. 

Eğer barsak ağrısında ishal görülmezse ve şiddetlenirse; kulunç ve ilavus hastalığına 
dönüşebilir. 

*Başkalarınm denemiş olduğu ve şaşırtıcı etkisi olan, gazdan dolayı görülen bağırsak 
ağrısında kullanılan bir ilaç da domuz ayağının topuk kemiğini (ya da bücül ya da aşık 
kemiği) yaksınlar ve bağırsak ağrısı olan hastaya yedirsinler. 

Sıra gurgur-u şikemde yani karın gurultusu. 

Kabataslak bahsedecek olursak, yemeğin hazımsızlığından kaynaklanabilir, karaciğer 
yetmezliğinden olabilir, dalaktan ötürü olabilir vesaire. 


Gurultusu olan kimseler, yemek öğünlerde kimyon aşı ve sarı süsen marmelatı yesinler. 




Süsen, ‘süsen’ olarak geçiyor kitapta. Biz de aynen böyle kullanıyoruz. Ama süsenin 
kullanımı sanırsam fazla yaygın değil, genellikle zambağı tercih ediyoruz. Yani süsen, 
zambak demek oluyor. 

Sıra kulunç ve dışkı tıkanmasında. 

Kulunç hastalığının tam açıklaması olmadığı için İbn Sina’nın açıklamasını naklen 
getiriyorum, şöyle ki: 

* Kulunç nedir? 

Kulunç, ağrılı ve sancılı bir tür bağırsak hastalığı olup, dışkının dışarı atılmasına engel olur. 

Kulunç dedikleri hastalık aslında, kolon barsağından kaynaklanır. Hastalığın sebebi soğuk 
maddenin kolona etki etmesidir çünkü hastalığa sebep olan soğuk mizaçlı madde çoğalmış ve 
yağ (piye) birikmiştir. Sonuç itibariyle, soğuk mizaçtan ötürü ağrı ve sancı hissi duyulur. 
Böyle bir durum, kolonda değil de ince barsakta görülürse, buna kulunç değil ilavus denir. 

İlavus ve kuluncun farkı da burada belli oldu. 

Kuluncun çeşitli sebepleri var ama hiç girmiyorum, bir tanesi şöyle: 

Bireyin uğraş ve mesleği kulunç hastalığının görülmesinde etkili olabilir. Zira sıcaklık bu 
noktada kuluncu tetikleyen etkendir. Mesela herhangi birinin mesleği, camcılık, demircilik 
olabilir. Tabii bu meslekleri eski şartlara göre değerlendirin çünkü böyle mesleklerde birey 
şiddetli sıcağa maruz kalır. İşte, böyle bir durumda sıcaklığın etkisiyle dışkı bağırsakta kurur 
ve dışarı atılması güçleşir. 

Böbrek taşı da kulunç hastalığının sebeplerinden. Börek taşı sonucu, bağırsaklar böbreklerde 
oluşan ağrıdan nasiplenir ve bağırsaklar yetersizleşir; bunun sonucunda kulunç görülebilir. 

Sayısal ölümlerin ustası Hipokratın, kulunç üzerinde şaşırtıcı etki yaratan bir ilacı var ama 
bahsetmiyorum. 

Kulunç hastalığının felce dönüşme riski de var. 

Böbrek taşının kırılması, kulunç hastalığın ağrılarını yatıştırır. 


El-Kanun Fi't-tıb Özeti (Yedinci Bölüm) 







rı I-i 

özeti 


7.Bölüm 


•s 



Kulunç Hastalığının Tedavisi 

İbn Sina, kulunç hastalığına yakalanırsanız vakit kaybetmeden tedaviye başlayın ve ihmal 
etmeyin diyor. Belirtiler baş gösterdiğinde hasta aşırı yemekten kesinlikle uzak durmalı ve ne 
tür arınma işlemi kendisi için uygunsa icra etmeli, diyor. Sonra kulunca neden olan sebepleri 
saymaya başlıyor: 

Kulunç hastalığına, safra yapılı rutubet mizaçlı madde sebep olmuş olabilir. Böyle bir 
durumda kusma ile söz konusu madde dışarı çıkarılır. Eğer hasta çokça kusarsa ve beklenileni 
aşarsa, kusmayı sonlandıran ilacı devreye sok. Bu konuyla uyuşan iyi ve yararlı ilaçlar şöyle 
sıralanabilir: Nar suyu ile hazırlanmış nane şerbeti, biraz kimyon ve sumakla karıştırılıp 
içilsin. Ancak yukarı yolla alınan müshil ilacının kullanımını ben uygun görmüyorum. 

İbn Sina ileriki açıklamalarında da şu paragrafa yer veriyor: 

İshal üst bölgede görülürken alt bölge tıkalı olabilir. Böyle bir durumda tutucu ve pekleştirici 
ilaç ile üst bölgede ishale maruz kalan maddeyi yoğunlaştırmaksın ki alt bölgede tıkanan 
maddeyle dengelensin. Şimdi alt ve üst madde tek tip olduğu için arınma işlemine 
başlayabilirsin. 

Arınma işleminden kastı da hukne ya da lavman gibi yöntemler. 

Kulunç hastaları sıklıkla su ihtiyacı duyarlar. Ancak fazla su içmesine müsaade etmemelisin. 
Az içsinler ve su ihtiyaçlarına karşı sabırlı olsunlar. İçecekleri az su bile olsa, şekerli gül suyu 
ile birlikte içsinler, böylesi daha iyi. 





Aşağıdaki ilaç balgam ve dışkının tıkanmasından kaynaklanan kolon arınmasında gayet 
faydalıdır: 


Demir dikeni bitkisi, besbaye bitkisi, çemen otu, aspir ve Sibistan ağacı (Bilimsel adı: Cordia 
myxa), hepsinden eşit ölçüde bir ölçek alınacak. îki dirhem türbit, yarım miskal ebu cehil 
karpuzu piyesi, on adet incir, hepsi birlikte hukne sıvısı haline getirilsin. 

Siklamen usaresi, kulunç hastalarının huknesi için inanılmaz etkisi var. 

Sütleğen bitkisi gibi birçok süt içeren bitkilerin sütü kulunç üzerinde etkilidir. Sütleğen 
bitkisinin sütünden yapılan hapa ‘Zorat hapı’ denir. 

İbn Sina bu kısımda huknenin yapılışını ve huknede kullanılan alet edevatı anlatıyor. 
Olabildiğince direkt aktarıyorum: 

Eskilerin beğenisine göre hukne aletlerinin en iyi şekli şöyledir: 

Hukne borusunun dairesi iki kısma ayrılmalıdır, bir kısmı üçte birlik kısmını oluşturacak 
şekilde, diğer kısmı da üçte ikilik kısmını oluşturacak şekilde olmalıdır. Bu iki kısım arasında 
boruyu imal ettikleri deriden yapılma bir perde yer almalı. Perde sağlam bir şekilde boruya 
bağlanmış ve kaynaşmış olmalı. İki kısmı ortadan bölen şey birbirinden ayrı olmalıdır. Hukne 
kırbası, huknenin büyük kısmını oluşturan ağzından içeri götürülmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. 
Ağzın küçük kısmı boş kalmalıdır. Küçük kısmın baş tarafı, havanın girmemesi için iyi bir 
şekilde kaynaştırılmalıdır. Kırbanın makata girmeyen alt kısmı, -küçük kısımda- delik olsun ta 
ki eğer hukneyi makatın içerisine götürdüğünde ve gazla karşılaştığında ve gaz onu hareket 
ettirmek istediğinde, gaz kendisi için tertiplenen gözenekten dışarı çıksın ve hu kn enin makatta 
istikrar bulmasına engel olmasın. Gazın dışarı çıkmasıyla hasta tuvalet ihtiyacı duyar. 

Genel olarak hukne aleti böyle. Alette geçen kırba tam olarak neyi ifade ettiğini çözemedim. 
Kırba, kitapta (xik - hik) olarak geçiyor ki dağarcık, tulum, kırba gibi anlamlara geliyor. 
Ancak anlatılmak istenen şu olabilir; kırbanın bir ağız kısmı ve bir de torba kısmı olduğundan, 
bağırsakta sıkışan gaz küçük kısımdan dışarı çıktığında, hasta tuvalet ihtiyacı duyacağından, 
büyük kısma da kırba yerleştirildiğinden, elbette bu kırba diğer kırbalardan fark edebilir, işte 
büyük kısımdan da sıkışmış atıklar dışarı çıkıp torbaya dolacaktır. Kendi yorumlamam böyle, 
o devirde hu kn e yaygın bir yöntem sayıldığından ayrıntı açıklamaya gerek duyulmayabilir. 
Elbette diğer kaynaklara da bir göz atılmalı. Ben sadece İbn Sina açısından hu kn e ve 
yapılışını bildirmek istedim. 

Hukne Yapılış Şekli 

Dikkatli ol! Eğer kulunç ağrısı arkaya eğilimliyse, hastayı arka üstü yatır ve hukne et. Kulunç 
hastalığında böbrekler de ortak olmuşsa hastayı hu kn e için arka üstü yatırmak uygundur. Eğer 
kulunç ağrısı ön tarafa eğilimliyse, hastanın yatış şekli, sine yere değecek şekilde el ve ayak 
üstü eğilsin ve hukne gerçekleştirilsin (deve oturuşu gibi). Hasta sine, el ve ayak üstü 
uzanırsa, hukne bağırsak eğimlerine en iyi şekilde yol bulacaktır. 

Hasta sol böğrüne uzanıp, basen bölgesini dirseğine yaslasın, sinesine yapışacak şekilde sağ 
ayağını kaldırsın, sol ayağını uzatsın, hukne olduğunda sırt üstü uzansın. Hastayı hangi 
pozisyonda hukne edersen et, en iyisi hukneden sonra sırt üstü yatması. Şayet hukne sonrası 
sırt üstü yatmak kimileri için gerek olmayabilir. 





Bazı hastaları hukne ederken, serçe parmağını birkaç kereleğine anüse göndermeye gerek 
duyabilirsin. Deliğin genişlemesi ve aletin iyice yerleşmesi için serçe parmağına ve anüse 
merhem sür. Elbette bazı hastalar bu işleme ihtiyaç duymayabilirler. Genişleme ve 
genişlememe noktasında gerek olup olmadığını kendin belirle. 

Başlamak istediğinde borunun baş kısmını ve anüsü Gyrut (balmumu ile yapılmış merhem) ile 
sür, ve bağırsak çıkmazına erişmeyecek şekilde anüse gönder ve düz bağırsaktan (rektum) 
ileri gitmeyecek bir şekilde içeri girsin. Eğer hukne borusunun düz bağırsaktan ileri gittiğini 
teşhis edersen, ilacı verme. Boruyu uygun ve gerekli yere yerleştirdiğin an, sıvı ilacı içeri 
yolla ve sonra iki elle alete baskı uygula ve mesafe bırakma. Elbette çok kuvvetli bir baskı 
uygulama. Zira alete gerektiğinden fazla baskı uygularsan, hukne maddesi uzak noktalara ve 
gerekli olan yerden daha ilerilere ulaşabilir. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsan, hu kn e ilacı, 
ağrı olan yeri de geçerse, hastanın saçını çek ve yüzüne su serp ve hukneyi alta çekmek içi 
çabala. 

Ama şunu da aklından çıkarma! Gerçi huknenin gerekli yerden ileri taşmamasını söylesek de, 
ulaşması gereken yere erişmesi için o denli de kısa da tutmamak gerekir. 

Şunu da bilmiş ol! Hukne gerçekleştirdiğinde, hastalığın sebebini dışarı çıkarman için alıcı 
ilaç (kapsül ve fitil gibi) kullan. 

Eğer hukne sıvısı, rahatsızlık verir de dışarı çıkmaya meylederse, dışarı çıkmasına izin ver. 
Eğer gerekirse işlemi öncekinde olduğu gibi tekrarla. 

Hasta öksürdüğünde ya da hapşırdığında hukneyi gerçekleştinne. Hukne ilacının miktarını 
aklında tut. Eğer çok sıvı olursa, gerekenden az olursa, yukarı bağırsaklara erişmez. Eğer 
gerekenden fazla olursa, zararı fazla olur ve zarar vermesinden korkulur. 

Eğer hukne sıvısı gerektiğinden fazla yoğun olursa, bağırsakları tutar ve ekstra zarar 
oluşturur. Eğer hukne sıvısı gereğinden çok fazla sulu olursa, herhangi bir yararı dokunmaz 
aynı hu kn enin gereğinden az olması gibi. 

Hukne yapılışı böyle. Genel bir fikir oluşmuştur umarım. Bir diğer yöntem de ‘abzen’ ya 
‘abzan’ dedikleri küvet tarzı araç. Abzen, eski hamamlarda yer alan, uzunluğu insan boyu 
kadar olan, şimdilerdeyse küvet dediğimiz tedavi aracı oluyor. Kulunç hastalığında özellikle 
kullanılıyor. Abzendeki suya kulunç hastalığında kullanılan ilaç ilave edilebiliyor. Ancak îbn 
Sina, abzenin hastanın enerjisini düşürdüğünü bunalıma ve baygınlığa sebebiyet 
verebileceğinden bahsediyor. Bunun için gerdan kebabı, hoş kokulu meyveleri koklamak gibi 
güçlendirici şeylerle kendisini güçlendirsin diyor. Ayrıca abzen suyunun hastanın göğüs ve 
kalbini örtmesinden kaçın diyor. Hukne yöntemi daha yaygın olduğundan, ayrıntılı olarak 
bahsedilmesini uygun gördüm. 

Bir diğer ilaçsa, hint yağı ya da kastor yağı. Hint yağı soğuk kuluncun tedavisinde 
kullanılıyor. Başka bir kaynağa göre milattan dört bin yıl önce insanlar tarafından kullanılan 
bir bitki. Bayağı bir geçmişi var. İbn Sina bu bölümde şu açıklamalara yer veriyor: 

Soğuk kulunca yakalanan hasta, hint yağının alımına alışırsa ve gerektiğinde devam ederse, 
çokça faydasını görür. Hint yağı kullanım şekli aşağıdaki gibidir: 



Hasta, hint yağını kullanmaya başlamadan önce arınması gerekir. Arınma işlemi dişi kasnı ve 
ona benzer şeyle gerçekleştirilmelidir. 

Dişi kasnı, kitapta ‘sekbine ya sekbinec’ olarak geçiyor. Bilimsel adı: Ferula persica willd. 
İngilizcesi: Sagapenum. Dilimizde başka yaygın bir adı olabilir. Yine de aklınızda bulunsun. 
Devam ediyorum: 

Hint yağı alımına başladığında böyle yapması gerekir. Birinci gün, iki miskal kadar hint 
yağını tohum sularıyla birlikte içsin. İkinci gün, iki buçuk miskal içsin, yedinci güne kadar, bu 
şekilde hesaplayarak yedinci gün beş miskal olacak şekilde içsin. Ondan sonra hint yağı 
kullanımını durdurabilir. Her gün, ara vermeden, belli miktarda yağı gerektiği gün içsin. 

İçmek istediğinde, hint yağını tohum suyuna ilave etsin ve iyice karıştırsın. İlacı aldığı her 
gün, yemek yemeği altı ile on saat arası erilesin. B öylece yağ, tamamen aşağı insin. Hint 
yağından sonra yediği yemek sade çorba olmalı eğer hasta ekşi çorbaya meylederse, kimyon 
ilave etsin. Su yerine ballı su içsin. Hint yağını aldıktan sonra dişlerine dikkat etsin ve vakit 
kaybetmeden dişlerini kuru kavrulmuş tuzla masaj yapsın. Sonra, saf gül yağıyla iyice masaj 
yapsın. Hint yağı kullanımı sona erdiğinde, acı müshil macununu (iyarc gifera), ebu cehil 
karpuzu piyesi gibi destekleyiciyle birlikte tüketsin. îyarc gifera mümkün mertebe, hint 
yağının göz ve başa zarar vennesini nötürler. 

Hint yağının anlatımı burada sonlanıyor. Piyeden bahsedecek olursak. Ebu cehil karpuzunun 
iç kısmını görmedim. Ancak bir hadis vardır, şöyle ki: ‘Narı piyesiyle birlikte yiyin zira 
mideyi arındırır ve beyin gücünü artırır. ’ Hadiste geçen piyeden kasıt, nar tanelerini 
çevreleyen tadı buruk olan beyaz zar. Anlaşıldığı üzere ebu cehil karpuzundaki piye de buna 
benzer bir şey. 

Şimdiki bölümde İbn Sina, soğuk kulunçta ishaldışı ilaçlara yer veriyor, bu tür ilaçlar; tenavül 
(ağız yoluyla), cilde bırakma yoluyla, bedene bağlama yoluyla ve cilde sürülerek 
uygulanıyor. Cilde sürülen ilaçlar, kremdir, losyondur, merhemdir, bu tür şeyler. Ama elbette 
farklı adlar almasında içeriğinde yer alan maddelerin farklılığı yatıyor. Diğer ilaçların da 
kendine özgü kullanım şekli vardır. Ancak belli bir kavram getiremedim, zaten kitapta da 
böyle ifade edilmiş. Çevirim, farsça çevirisine göre daha iyi bile denilebilir, bozuntuya 
venneyin. İbn Sina bu bölümü on altı maddede ele almış. Ben birkaçını getiriyorum. Kısa kısa 
anekdotlar getirmemin en başlıca nedenlerinden biri de ilacın hazırlanışının epey bir 
uğraştırıcı oluşu. İnanın ki ilaçta kullanılan bitkileri bulması bile neredeyse saatlerinizi alıyor. 

İbn Sina şöyle diyor: 

Sarımsak yemek, soğuk kuluncu yatıştırmada şaşırtıcı etkisi vardır, iyi yanı şu ki soğan gibi 
susatıcı özelliği yok. Soğuk kulunç hastası, ağrı hissettiğinde, sarımsak yerse ve ardından 
hiçbir yemek yemezse ve sadece halis şarap içerse ve akşamı aç olarak sabahlarsa ve sarımsak 
yedikten ve yemek yemedikten sonra epey yorucu spor yaparsa, tamamen iyileşir. 

İşte İslam tıbbı taraftarlarının İbn Sina tıbbim reddetmelerinin başlıca sebebi. Sizler önceki 
cümlede neden çatıştıklarını fark ettiniz mi? Bir hadis der ki: ‘Allah haram kıldığı şeyde şifa 
yaratmamıştır.’ Ama İbn Sina der ki halis şarap iç. Ancak aynı İbn Sina bir tane ilaç tarifi 
vermez. Onlarca ilaç tarifi sıralar. Şu reçete böyle, bu reçete şöyle der ki der. Ben hemen 
önyargıda bulunmaktan tarafım, heleki İbn Sina gibi büyük filozof biri için kesin fikir 
belirtmekten kaçınıyorum şimdilik. Bu tartışma konusunu ara ara getireceğim. Çünkü 
evrensel bir hekim olmanın avantajları da olabilir ve ayrıca İbn Sina dönemi ve İbn Sina 




karakterini de incelemeliyiz. Zira bakın, eğer halis şarap sizi iyileştiriyorsa, demek ki bu 
şarapta bir madde var ki hastalığınıza etki etmektedir. Siz yine bunu belirtirsiniz, 
uygulamaksa size kalmıştır. Çünkü îbn Sina sadece o çağdaki tıbbı size aktarıyor. İlla halis 
şaraba bulanmış ilacı iç demiyor. Halis şaraplı ilaç olduğu gibi inek sütüyle karışık ilaç da var. 
İkisinden birisini tercih et. Bundan dolayı, İbn Sina’yı kökten eleştirmemiz yanlış düşer. Siz 
muteber hadisler aracılığıyla gelen tıp hadislerini yüzde yüz kabul edin. Bu size bir şey 
kaybettirmeyeceği gibi kazandırır da. Çünkü vahye dayalı bilgide kuşku duyulmaz. Ancak bir 
gerçeği de aklınızdan çıkarmayın, tıp hadisleri çoğunlukla yalan hadislerle dolu. Muteber ve 
yalan hadisleri ifşa edecek kişi de ancak içtihat derecesine erişen değerli alimler olabilir. Ki 
halihazırda İslam tıbbına yönelmiş böyle alimleri de görmekteyiz. O alimlere karalama 
kampanyası başlatan doktor sıfatlı kişileri de çürük dayanaklarından ötürü esefle kınıyorum. 
Müslüman doktorlar neden kimliklerinde uyruk kısmına bastıra bastıra ‘batılı’ olduklarını 
beyan ediyorlar, şaşılır doğrusu. 

İbn Sina yine şöyle devam ediyor: 

Kirkorazar bitkisinin kurutulmuş hah, soğuk kulunç ağrısında yatıştırıcı etkisi vardır. 

Kirkorazar bitkisinin bilimsel adı ‘Opopanax chironium’ olarak geçer. Yenilerde keşfettiğim 
bir siteden siz de yararlanbilirsiniz; bizimbitkiler.org 

Zira kitapta söz konusu bitki ‘cevaşir’ olarak geçer. Ne kadar araştırsam da bilimsel adı 
dışında Türkçe bir kaynağa ulaşamadım. Ben de yukarıda geçen sitede bilimsel adını yazdım 
ve bu sonuca ulaştım. Bitki adlarının doğru bulunması çok önemli. Bilimsel adlarını da bu 
yüzden getiriyorum. Yine şöyle devam eder İbn Sina: 

Kirkorazar bitkisi kurusu, kimyonla birlikte eşit ölçülerde olursa, soğuk kulunç ağrısını 
yatıştırır. 

Ayrıca kirkorazar bitkisi ‘Hercules all-heaT diye de geçer. Yanlışım olmasın, Herkül’ün tüm 
şifası demek oluyor. 

‘Gondbidester’ ile birlikte yarpuz yemek, soğuk kulunç ağrısını yatıştırmada şaşırtıcı etkiye 
sahip. 

Genelde etkin ilaçları seçtiğimden işaretlemeleri yaptıktan sonra ve okumamı bitirdikten 
sonra çeviriye başlıyorum. Bu yüzden bazı bitki adlarına çevirirken göz atıyorum. Genel 
olarak denenmiş ve övülmüş ilaçları getiriyorum. Mesela diyor ki falanca ilaç falanca hastalık 
üzerinde şaşırtıcı düzeyde etkiye sahiptir, şaşırtıcı kelimesini okur okumaz, hemen bu ilacı 
işaretliyorum. Gibi. 

Gondbidester iki şeye karşılık geliyor. Birincisi, önceki kısımlarda bahsettiğimiz hint yağı 
bitkisi yani ‘castor oil plant’ ki bilimsel adı da; Ricinus communis oluyor. Bir internet 
sitesinde hint yağı bitkisini, gondbidester olarak getiriyorlar. Ancak işin ilginç ve tiksinç yanı 
şu ki diğer bir sitede kunduz testisi olarak geçiyor. Önceki çevirilerde muhtemelen 
geçiyordur, bahsetmişimdir. Şimdi yeniden ele alacak olursak, bidester kunduz demek oluyor. 
Gond ya da cond da gonad anlamına geliyor ki burada testis olarak ele alınmış. Bazen bitki 
adları o kadar tuhaf ki acaba neyi kastediyor diyorum, ejderin kanı ağacı gibi. Bunda da ilk 
önce bitki adı sandım. Sonra apaçık resim getirildiğini ve kaynak belirtilerek açıklandığını 
görünce ‘bu kadar da olamaz’ dedim. Kunduzun ait olduğu cinsin adı da zaten Castor. 




Şimdi mesele gondbidesterden bitkinin mi kastedildiği yoksa kunduzun mu kastedildiği. 
Kitapta yazar hint yağı bitkisini ‘kerçek’ olarak getirirken, neden gondbidester için kerçek 
kelimesini kullanmıyor? Telemediran.com gondbidester için ayrıntılı bilgi veriyor. Ona göre 
gondbidester; kunduzun testisi. 

Bu mevzuyu kapatalım. Ama mide bulandırıcı tedaviler yine devam ediyor: 

Kurutulmuş yer solucanın (soğuk kulunç hastalığı için) ağrı yatıştırıcı etkisi olduğunu 
diyorlar. 

Size bir peygamber kalkıp da kurutulmuş yer solucanı yer der mi? Demez. İslam tıbbı bu 
yüzden İbn Sina tıbbim benimsemez. Ama bana soracak olursanız her daldan görüşlerin 
olması avantaj. Yani İslam tıbbı kendi alanında uzmanlaşsın ve ilerlesin, bize bilgisini 
deliliendirsin, diğer yandan da Modern, Geleneksel, Alternatif tıp da görüşünü belirtsin. Hepsi 
de tıp çatısı altında birleşsin. Hangisi kolayımıza geliyorsa ve tabiatımıza uygunsa onu 
seçelim. Galiba bu birleşim fikr i mümkün gözükmüyor. Her neyse yine devam ediyorum: 

Kurt dışkısı; kemiğin yenmesiyle oluşan dışkı olacak ki belirtisi şöyledir; saf beyaz renklidir 
ve hiçbir re nk görünmez, özellikle bu saf beyaz renkli kurt dışkısı dikenli çalıda olursa, yerde 
olmazsa, şarapla ya da ballı suyla yenilirse ya da bala karıştırılıp yenilirse, kulunç ağrısının 
yatışmasında önemli bir iş gerçekleştirir. 

Derler ki, hasta kurt dışkısını tenavül etmeye ilaveten, ağrı yerine assın. 

Tabipler, kulunç hastası olanlara şunu önermektedir ki mümkün mertebe av hayvanının kanlı 
derisi ya da kürtün tırmalıdığı geyik ya da en azından kürtün yaraladığı ve elinden kaçan 
koyun ya da koç derisini alsınlar ve kürtün söylenen dışkısını onunla sarsınlar ve kendilerine 
assınlar ki kulunç ağrsını yatıştırır. 

Galen, kemik yemiş kurdun dışkısının faydası üzerine garanti veriyor, hatta onu gümüşten 
yapılma bir kalıba dökerlerse ve asarlarsa kuluç hastalığını yatıştırmada oldukça etkilidir ve 
derler ki kurdun bağırsak kütlesini kurutup öğütürlerse ve yerlerse dışkısına göre daha çok 
faydalıdır ve kulunç ağrısının yatıştırır. Ben bu görüşe soğuk bakmıyorum. 

Közlenmiş akrep de bu konuda kurdun beyaz dışkısı gibidir. 

Soğuk kulunç burada sonlanıyor sırada safra kuluncu var. 

Bu kulunç ağrısı safra maddesinden kanaklanır, gerçekte bir tür karın ağrısı sayılır. Ancak 
ağrı bağırsaklardan başladığı için biz onu kulunç kategorisinde sınıflandırdık ve ilacını da 
diğer kulunç durumları gibi zikrettik. 

Siyah eriği iğneyle delik deşik edin ve sonra iyice ıslanana kadar şekerli gülsuyunda bekletin, 
hasta yirmi tane kadar yesin. 

Kuru eriği, kayısıyla birlikte suda ıslatın ve hoşafını yiyin. 


Ekşi ve tatlı nar suyu istifade etsinler. 





Soğuk tipli kulunçta kullanılan en iyi pansuman, kafr-i yahud ile birlikte civanperçemi 
pansumanıdır. 

Kafr-i yahud, guggul olarak geçer. Guggul ağacından elde edilen sarımtırak bir reçinedir. 
İngilizcesi ‘bdellium’dur. 

Dışkı kaynaklı kulunç hastalığında, dışkı maddesi bağırsakta tıkanıyor ve kuruyor ve böylece 
kulunç ağrısına sebep oluyor, mümkün mertebe tıkalı maddeyi mideye ulaştırmak için uğraş 
ve bağırsağı dışkıdan arındır. Hasta, sıcak, soğuk ya orta halli yemeği kayganlaştırıcı olması 
şartıyla yemelidir. Kayganlaştırıcı yemeklere kuru erik çorbası örnek verilebilir. 

Kulunç hastalığında olabildiğince uyuşturucu madde kullanımından kaçınılması gerekir. İbn 
Sina’nın önerisi bu yönde. Ancak kaçarın yoksa belirteceğim uyuşturucu ilaçları kullan diyor 
İbn Sina. Reçete şöyle: 

Şakayık kökü, safran, keraviya, karatopalak (Cyperus longus) hepsinden on dört miskal, kuru 
nane yaprağı, havlıcan (İngilizcesi: Galangal), mür, uzun biber otu (danfülfül, bilimsel adı: 
Pipper longum), kakule, Hint sümbülü hepsinden yirmi sekiz miskal. Afyon, baldıran otu 
tohumu ve adam otu kabuğu hepsinden yedi miskal. Yeterli miktarda bal. Hepsini karıştır ve 
altı ay sonra kullan. 

Yukarıda geçen reçete için birkaç açıklama yapmam gerekiyor. Öncelikle ilk bitkimiz 
şakayık. Şakayık kitapta ‘Favanya’ olarak geçiyor. Bir diğer adı da ‘Ud-i salib’ Şakayığın 
İngilizcesi ‘Peony’ ve ‘Paeonia’ cinsine bağlı. Bu açıdan ‘Favanya’ kelimesi ile benzerlik 
gösteriyor. Salib kelimesinin karşılığı ‘haç’ oluyor. Başka bir yerde şöyle bir açıklama var: 
Ud-i salib, Hristiyanların haç yapımında kullandıkları özel bir ağaçtan elde edilen çubuk. 
Favanya’yı anlatan farklı görsellerle de karşılaşınca açıklama yapayım dedim. Kullanırken 
ihtiyat edilmesi gerekir. Yine de şakayık en doğrusu gözüküyor. 

Bir diğer bitkimiz de keraviya. Rum kimyonu da deniliyormuş. Kitapta ‘Keraviya’ olarak 
geçiyor ve parantez içinde ‘Şah zire’ olarak belirtiyor. ‘Zire’ kimyon demek. Şimdi tür 
bakımından normal kimyonla farklılık göstermesi gerekir. Bazı kaynaklar bilinen kimyonu ele 
alırken bazı kaynaklar siyah kimyon olarak belirtiyorlar. Ancak başka bir sitede ‘frenk 
kimyonu’ nun diğer isimlerinde belirtirken ‘keraviye’ olarak bahsediyor. Galiba kastedilen de 
bu olsa gerek. 

Kitapta geçen reçeteler genel olarak tuhaf bitkilerle dolu. Belki bana göre tuhaftır, orası ayrı 
tabii. Tuhaf olunca da günlük yaşantıda icrası pek kolay gözükmüyor. Bu yüzden kısa kısa 
geçmemin sebebi de bu. Hani kitaptan oku uygula metodunu günlük yaşantınızda kolaylıkla 
yürütemezsiniz. Bu yüzden ayrıca İbn Sina Eczanesi kurulması gerekir. Çünkü bu tür ilaçları, 
en ufak detayına kadar göz ardı etmeyecek kişi anca işin uzmanıdır. Zira geniş çaplı aktarlar 
bile gerekli donanıma sahip değiller. Gerçi İbn Sina tıbbim bire bir kim uygulamak ister? 
Hukne yönteminden tutun da, çeşitli hayvan dışkısı, çeşitli hayvan kanı, kurt tarafından 
yaralanmış koyun koç gibi daha nicesi. O devirde bu tür şeyler abes karşılanmıyordu. Ancak 
bu devirde gülünç karşılanabilir. Bu yüzden çeşitli tıp gruplarının araştırmalarını yürütmesi 
gerektiğinden bahsediyorum. İslam tıbbında, bir ilaç gelmiştir ve bu ilaç kulunca çok iyidir, 
artık reyhan şarabıdır yok efendim kurt dışkısıdır, bunları bir kenara itersin ve en temizini 
kullanırsın. Ayet de böyle der. Temizinden ye. Yine de olabildiğince kitaptan sade ve basit 
olanlarını seçiyorum. Ama genel açıdan durumlar böyle. 




Sıra kulunç hastalarının yemeğinde. Kulunç hastalarının beslenmesinden önce, kulunç 
günümüzde ne demektir? İbn Sina önceki bölümlerde kuluncu şöyle tanımlıyor: 

Kulunç bağırsak hastalıklarından olup ağrı ve sancıya sebep olur ve dışarı atılması gereken 
maddenin doğal yolla dışarı atılmasına engel olur. 

Her ne kadar kulunç çevirisinde ‘kolik’ terimi kullanılsa da tam karşılığı olduğunu 
düşünmüyorum. Elbette koliğin çeşitleri var. Böbrek koliği olsun, bebeklerde görülen infantil 
kolik olsun. Ancak bizi ilgilendiren intestinal denilen bağırsak koliği. Bağırsak koliğine hem 
ince bağırsak hem de kolon dahil olur. Ancak kulunç hastalığında söz konusu organ yalnızca 
kolondur. Zaten kulunç kelimesi de kolondan türetilmiştir. Eğer ince bağırsakta görülürse, bu 
hastalığa ilavus ya da ileus denilir. Yine de şimdilik kolon koliği diyebiliriz. Yine de bir 
araştınnadan sonra size aktarımlarda bulunurum. Ama kulunç hastalığına yakalanan hastanın 
beslenmesi nasıl olmalıdır bakalım. 

Kulunç hangi türden olursa olsun, hasta kayganlaştırıcı ve yumuşatıcı yemeğe ihtiyaç duyar, 
bunda kimsenin şüphesi yok. Eğer hasta, elden ayaktan düşerse, aşırı bitkinlik hali gösterirse, 
aşırı ishalden ötürü bitkinleşirse, kuvvet verici yemekler verilir. Kuvvet verici yemekler şöyle: 
Ateşte çok pişme şartıyla Abgosht yemeği, rafadan yumurtanın sarısı gibi. 

Kulunç türleri de farklılık gösterdiğinden mizaca göre yemek tarzı belirleniyor. Mesela safra 
tipli kulunç olursa soğuk mizaçlı kayganlaştırıcı ve soğukluk verici yemekler verilir: Arpa 
suyu, mercimek çorbası, sade abghost, ıspanaklı abghost (ıspanağın gaz yapmaması şartıyla) 
ve kuru erik aşı gibi. Soğuk kulunç hastalarının yemeklerinde sarımsak olmalı. Yemeklerini 
frenk soğanıyla pişirsinler. Yemekleri zencefil, tarçın, sater, kimyon, ısırgan ve aspirle hoş 
kokulu ve kuvvet verici etsinler. Sebzelerden yalnızca sedef otu ve pazı yiyebilirler. Nane gaz 
yapıcıdır. 

Peki kulunç hastaları ne yememelidir? Ne tür yemeklerden kaçınmalıdır? Birkaçını 
sayıyorum: etlerden; koyun, tavşan, ceylan, inek, deve, taze büyük balıklar, her türlü 
kızartılmış ya kavrulmuş et, sakatatlardan; işkembe, ciğer, yürek, böbrek. 

Gaz yapıcı yiyeceklerden kaçınmalılar. Yeşilliklerden sadece sedef otu ve pazı yiyebilirler. 
Tarhun ve zeytin onlar için iyi değil. Bütün meyveler yasak. Sadece, safra kuluncu, sıcak 
kulunç, dışkı kaynaklı kulunç için kayısı ve kuru erik sakıncasız. Salata, kabak, acur, kabuğu 
soyulmuş ve pişirilmiş şalgam, karnabahar, armut, ayva, elma özellikle de yeşil elma, alıç, 
kara dut, iğde, sumak, ravent (ışgın), hünnap, kulunç hastalığının düşmanıdır ve kesinlikle 
tüketmekten kaçının. 

Yeni olgunlaşmış ceviz, çağla, yeşil bakla kulunç hastalarının zararınadır. 

Karın gazını tutmak ve serbest bırakmamak, tuvalet ihtiyacını ertelemek gibi davranışlardan 
kaçınmalılar. Bu tür davranışlar kulunç hastalarının zararınadır. Kulunç hastası biri uyumak 
isterse, önce tuvalet ihtiyacını karşılamalı sonra uyumalı. 

Bunu bilmiş ol ki, gazı tutmak ve karında epeyce bekletmek, dışkının yukarı çıkmasına sebep 
olur. Bu davranış, kulunç hastalığına davetiye çıkarır. Karın gazı serbest bırakılması 
gerekirken, karın zindanında esarete düşer ve dışkıya baskı uygular ve yukarı kaldırır. Dışkı 
toplanır ve sıkılaşır. Ve bağırsakları yetersiz bırakır. İstiska’ya bile yol açabilir. Baş dönmesi, 




gözün kararması, baş ağrısına bile sebep olabilir. Hatta karında hapsolup serbest bırakılmayan 
gaz, eklemlere etki edebilir ve konvülsiyonla sonuçlanabilir. 

Kulunç hastalığı burada sonlanıyor. Sıra İlavus da denilen İleus hastalığında. 

İbn Sina’nın açıklaması şöyle: 

İlavus, ağrının ince bağırsaklarda gözlemlendiği bir tür kulunç hastalığıdır. Buna karşın, 
kolonda beliren ağrıya ise kulunç denilir. 

Kulunç genel olarak bölgesel ağrı karşılığını vennekte. Bu açıdan kolik tabiri kulunç için 
uygun bir tabir sayılır. Ancak kolonda gözlemlenen kulunç, kolona özgü oluşunu 
göstermektedir. Yani böbrek, mide gibi organlarda görülen kulunç genel bir tabirdir ancak 
kolon için kullanılan kulunç tabiri kolona özgüdür. Bunun için kolonda görülen kulunç için 
kolik tabiri tam karşılığını vermeyebilir. 

İlavus ile Kulunç’un farkı şöyle ki genellikle ilavus, madde olmaksızın sade yapılı su-i 
mizaçtan kaynaklanır. Ama kulunç genellikle sade yapıda değil. Dedik ki ilavus birçok 
durumda sade su-i mizaçtan kaynaklanır. Bu sade su-i mizaç gerçekte soğuk yapıdadır. 
Özellikle midenin aşırı sıcak olduğu, bağırsakta sancı belirdiği ve gaz ve balgamın çok olduğu 
zaman. 

Birçok kez karşılaşıldığı üzere, kulunç ilavusa dönüşebilir, kolon ağrısı ince bağırsaklara 
yayılabilir ve ilavusa yol açabilir. 

İlavus genel olarak yedinci günde hastayı öldürür. 

İlavus hastalığı bulaşıcıdır, kişiden kişiye bulaşabilir. Veba havasında, ülkeden ülkeye 
aktarılabilir. Diğer veba hastalıkları gibi hava ilavus hastalığını aktarabilir. 

Hipokrat şöyle der: ‘Kulunç hastalığının etkisiyle, hıçkırık, kusma ve akıl bulanması ve 
konvülsiyon görülürse; saymış olunan bütün belirtiler kötüdür ve hastanın kötüye gittiğini 
gösterir. Baş gösteren bu kulunç belirtileri mide ve beynin ortaklığıyla meydana gelir. 

En kötü ilavus şekli, hasta dışkıyı ağız yoluyla çıkartır. Bu tür ilavusa kötü kokulu ilavus 
denil ir . 

İlavus’un Belirtileri 

1. Ağrı, göbekten yukarı bölgede hissedilir. 

2. Aşağıdan hiçbir şey çıkmaz. 

3. Dışkı aşağıdan yukarı çıkabilir ve hasta dışkı, parazit ve tenya kusabilir. 

4. Hastanın ağzı kötü kokar. 


5. 


Geğirtisi kötü kokuludur. 




6. Hasta depresiftir, gam ve keder, çarpıntı ve solgunluk, baygınlık, uykusuzluk, el 
ve ayakların soğuk oluşu gibi belirtiler gösterir. 


İlavus hastalığının ilacı, kulunç hastalığının ilacına yakındır. Tek farkı, ilavus ilacının daha 
etkili ve kuvvetli olması gerekir. Zira ilavus, kulunçtan daha güçlüdür. 

Pek rastlanılan bir durum da ilavus hastasının sıcak su içmesiyle ağrısının yatışması. 

İlavustan ötürü, kötü cinsli ehlat bedene yayılır zira dışarı çıkma yolu bulamaz ve 

böylece beden kötü kokar. Kötü cinsli ehlat bedene yayılır da dışkı savılamazsa damar kesme 

işlemi şarttır. 

Boşaltımın Hızlı ve Yavaş Olmasının Sebepleri Neler Olabilir 

Eğer geç tuvalet ihtiyacı duyuyorsanız ve boşaltımınız yavaş gerçekleşiyorsa ya da sık sık 
tuvalet ihtiyacı duyuyorsanız bir takım sebepleri var, o da şöyle sıralanabilir: 

1. Yemekten kaynaklanabilir. Pekleştirici, buruk tatlı ve yoğun ve kaygansı 
yemekler geç tuvalet ihtiyacı duymanıza neden olur ve dışkılama zor gerçekleşir. Eğer 
yemek, yumuşak kaygansı ve akışkan olursa, daha sık tuvalete çıkarsınız ve dışkılama 
kolay gerçekleşir. 

2. Sindirim sistemine bağlı olabilir. 

3. Karın bölgesi kasları etken olabilir. 

4. Hastanın mizacı etken olabilir. 

Dışkının Çokluğu ve Azlığı 

1. Yemek çeşidi. 

2. Besin miktarı. Az miktarda ve az rutubet içeren yemek az dışkı yapar. Gibi. 
İlavus hastalığı burada sonlandı. Sırada bağırsak parazitleri var. 

Parazitoloji dersi aslında benim için pek zevkli bir dersti. Teori dersinde, parazitlerin çoğalma 
evreleri, türleri derken sonra mikroskop altında pratik olarak incelerdik. Fasciola gigantica, 
Enterobius vennicularis gibi tuhaf adları vardır. Şu anki parazitoloji ile İbn Sina’nın bahsettiği 
parazitoloji arasında benzerlik sezebilirsiniz, tek bir farkla İbn Sina’nın kendine has bakışı ve 
tuhaf adların az oluşu. İbn Sina ‘kurt nedir’ ya da ‘parazit nedir’ başlığı altında kurdun 
yaratılışına dair bir açıklama getiriyor, açıklama şöyle: 

Her şeye güç yetiren kevn ü mekan sahibi Allah, her madde için bir mizaç belirlemiştir. 

Madde sahip olmuş olduğu kendine özgü mizacına göre, gelişim ve doğal tekamülünde 
ilerleme istidadına sahiptir ve tekamülün son merhalesinde öyle bir şekle bürünür ki asıl 
cevher mizacını iktiza eder. Mesela, meydana gelmiş olduğu madde enfeksiyonel, kötü 
cevherli ve rutubetli mizaca sahip olabilir ve bu doğal tekamülünde can bulur ve gelişir. 
Büyümesi ve en son kemal merhalesine erişmesi için besin ister. Kötü cevherli kokuşmuş 
maddeden meydana gelen canlı varlığın besini de kendisi gibi kötü cevherli ve kokuşmuş 




olmalıdır ki böylelikle kendi yaratılış maddesiyle uygunluk göstersin. Eğer biz kurt ve sinek 
gibi canlıları görüyorsak, bu tür kötü cevherli kokuşmuş rutubetli maddeden oldukları ve can 
buldukları ortadadır. Ve doğal tekamül seyrini Allah’ın kendilerine reva gördüğü yaratılışsal 
cevherinin istidadı ölçüşünce yol alırlar. Bu tür canlı varlıklar, beslenmeleri için, sadece 
yaratılmış oldukları halis kokuşmuş maddeyle yetinmezler zira hayat tekamülü daha fazlasını 
gerektirir. Bu yüzden alemde olan ve kendi yaratılış cevheriyle benzeşen ve kendi hayatlarının 
bekası için uygun olan diğer enfeksiyonel maddelere saldırırlar ve evlerde ve ortam havasında 
yer alan mizacıyla uyuşan enfeksiyonel maddelere ulaşırlar. 

Karın kurdu da bu tür canlı varlıklar sınıfından sayılmalıdır. 

Parazitin asıl yaratılışsal maddesi nedir ve türü nedir? 

İbn Sina, paraziti oluşturabilecek maddenin sadece balgam olduğundan bahsediyor. Balgam 
bağırsakta biriktiğinde, çoğalıp ısındığında ve bağırsakta kokuşuk hal alıp kaldığında, parazit 
bu maddeden oluşuyor. Balgamı oluşturan etkenler de şöyle: Besin çeşidi, sindirim sisteminin 
anonnal bir biçimde doldurulması, sindirim sisteminin sindirim işleminde yetersiz oluşu ve 
sindirim sisteminde soğuk su-i mizacın oluşumu. 

Balgam yapıcı gıdalar yumuşak ve kaygansı olur, şöyle: Buğday, fasulye, bakla, tek başına 
un, çiğ et, süt çeşitleri, yeşillik - sebze, rutubetli meyveler, yemek üstüne yemek yemek, yağlı 
yemekler, yemek sonrası sıcak suyla yıkanma, cima ya da yemek sonrası banyo yapmak ve 
tokluk anında cimada aşırıya gitmek. 

Eski usule göre banyo, şimdiye göre fark ediyor. Ancak sıcak suyla yıkanmada gelen tabir 
‘abteni’ banyo için gelen tabir ‘hamam’. Abteni daha basitken, hamam daha ayrıntılı. Bizlerin 
şu anki yıkanma tarzı ‘abteni’ sayılıyor. 

Karın parazitlerinin sınıflandırılmasında sıra. Karındaki parazitler dörde ayrılır: Uzun ve iri, 
silindirik, yassı (diğer adı tenya) ve ufak 

Peki parazitleri ayıran hacim ve boyut farkı nereden kaynaklanıyor? 

Oluştuğu madde ve meydana geldiği konumdan kaynaklanıyor. 

Bağırsak kurtları kulunç ağrısana yol açabiliyor. 

Bağırsak Parazitinin Belirtileri 

1. Ağızdan salya akar. 

2. Hastanın dudağı, akşamlar nemliyken sabahları kuru olur. Zira hararet gün 
içerisinde yayılırken akşam hapsolur. Hararet bedende yayıldığında parazitin besini 
olan rutubet ortadan kalkar ve parazit acıkır ve besinini mideden sağlar. Mide yüzeyi 
ağız ve dudak yüzeyiyle bağlantılı olduğundan kurur ve ağız ve dudak kuruluğuna yol 
açar. Sıcak hava da dudak kuruluğuna destek olur. 

3. Bağırsak paraziti olan biri hüzünlü olur, enerjik olmaz, konuşmayı zahmet olarak 
görür. 



4. Hastanın teri, çok soğuk ve kötü kokuludur. 


Ben sadece birkaçını getirdim, toplamda yirmi iki madde sıralamış İbn Sina. 

Uzun parazit hastalığa sebep olmuşsa, belirtisi şöyle: 

1. Hasta mide ağzında gıdıklanma hissi duyar. 

2. Yemeği zoraki yutar. Gibi. 

Eğer ufak yapılı parazitse, anüste kaşıntı ve gıdıklanma hissi belirir. 

Parazit hangi türden olursa olsun, hastanın uyumadan önce sirke içmesi yararınadır. 

Genel olarak bağırsak parazitlerinin ilacı şöyle ki hasta balgam üreten her türlü gıdadan 
kaçınması gerekir. 

Alıcı ilaç (fitil gibi) tatlı ve yağlı türden olursa iyidir zira parazitler yağ ve tatlı severler ve 
ilaçla dışarı çıkarlar. 

Parazit öldürücü ilacı alması için hastaya verdiğinde, hasta aç ve kamı boş olmalıdır. 

Parazit öldürücü ilacı, süte ya da kebaba ilave edersen ve hasta yerse, parazitler ölür. Bağırsak 
paraziti, bir lokma kebap ve bir damla süt için canını feda eder ve sonrası kolaylıkla kapana 
kısılır ve yok olur. Belki de parazitler için tez vakitte oltaya gelmesi için yem hazırlaman daha 
iyi olur. Şöyle ki hasta iki gün süt içer, parazitler kendileri için şenlik düzenlediğini 
zannederler. Üçüncü gün, parazit zehrini süte ilave et ki parazitler açgözlülüklerinin kurbanı 
olsun. 

Eksantrik bir yöntem. Yöntemde bahsedilen zehir, parazitlere zarar verirken insan vücuduna 
herhangi bir zararı dokunmayan türden zehirleri kapsar. 

Ağız yoluyla veya karın bölgesine yayılarak uygulanan bir takım ilaçlar var. İbn Sina bu tür 
ilaçlardan ‘parazitin can düşmanı’ olarak bahsediyor, bir ilaç şöyle: 

Pelin otu aloe vera hapını hasta yesin ya da pelin otu ve aloe verayı karıştırıp karın bölgesine 
sürsün. 

Tenya, diğer parazitlerin oluştuğu maddeden daha yoğun bir maddeden meydana gelmiştir. 
Tenyayı öldüren her ilaç kolaylıkla silindirik ve uzun parazitleri de öldürür. 

Sonra İbn Sina bir beyit getiriyor: 

Rüstem’in savaştan kaçtığı yerde 

Ne Kavuş kalır ne de Peşeng oğlu Efrasiyab 

Bağırsak parazitinden şikayetçi olan biri ve bu bağırsak parazitinin türü uzun parazitse, çok 
miktarda zeytin yağını bir kerede içsin, özellikle de ham zeytinyağıyla birlikte biraz aleovera 
yerse paraziti öldürür ve dışarı çıkarır ki bu ilaç yassı parazit için de çok iyidir, sahip olduğu 



acılık sayesinde paraziti öldürür ve sahip olduğu kayganlık sayesinde de paraziti kaydırır. 

Eğer hasta bu ilacı bir kere içişte fazla miktarda içemezse, birkaç kereliğine ardı içmesine izin 
ver, mesela ilk etapta iki kaşık ve bir süre sonra iki kaşık daha içsin. 

Bazı bilim adamlarına göre, karides tenya parazitini öldürücü özelliğe sahiptir. 

Soğuk mizaçlı ilaçlar ve mizaç harareti düşük olan ilaçlar bağırsak parazitlerini öldürmede 
etkindirler. Örneğin, kişniş. Eğer kişnişi üç gün art arda seyki şarabı ve kereviz tohumuyla 
yerse her türlü paraziti öldürür ya da kişnişi iskencübinle karıştırıp içebilir ya da kişnişi 
yoğurtla karıştırıp yiyebilir ya da kişnişi suda kaynatıp suyunu içebilir. 

Sinirli ot usaresi, hem ishali hem de paraziti olanlar için iyidir. Eğer kurutulmuş sinirli otu 
yerlerse de iyidir. 

Sumakı suyla karıştırsınlar ve sıksınlar ya da yoğursunlar ve suyunu içsinler. Bağırsak 
parazitlerini öldürmede şaşırtıcı etkiye sahip. 

Semiz otu tohumunu çok miktarda ve birkaç kereliğine yerlerse, bağırsak parazitlerini 
öldürür. 

Ufak parazit avında, parazit yakalama tuzağı:Salamuraya yatırılmış et parçasını iple sıkıca 
bağla, ipin ucunu elinde tut ve eti hastanın anüsünden içeri gönder. Parazitler, salamura et için 
saldıracaklardır ve dolayısıyla ete yapışacaklar. Bir süre sonra, ipi ansızın çek. Parazitleri 
beraberinde getirecektir. Eğer yine de parazit kaldığını düşünüyorsan ve tüm parazitler ava 
takılmamışsa; bu sen bu hasta bu tuzak bu da yem. Parazitlerin hepten tuzağa düşmesine emin 
olana kadar, işlemi tekrarla. 

Yine eksantrik yöntemlerden biri. Parazit konusu burada sonlanıyor. Konu epey uzadı diye 
olabildiğince kısa tuttum. Sırada makat ya da anüs hastalıkları var. Anüs hastalıklarında genel 
olarak basur ya da hemoroid hastalığı ele alındı. İbn Sina anüs hastalıkları bölümüne şu 
cümleyle giriş yapıyor: 

Bilmiş ol ki makatla bağlantılı olan hastalıklar kolaylıkla tedavi olunmaz. 

Sonra sebebi noktasında dört tane madde sayıyor ki ikisi şöyle: 

Makatın geçiş yeri olması. Hatta bedene göre ‘şahrah’ bile denilebilir diyor İbn Sina. Zira 
yukarıdan giren her şey bu geçiş yerinden dışarı çıkar. Bir de çok hassas olduğundan 
bahsediyor. Hassas olunca da diğer organlara göre daha çok acı hisseder. 

Şah-rah sözlükte ‘anayol’ olarak geçer. 

Bunu bilmiş ol! Kimi makat ağrısı şikayetiyle gelir ki sıkça rastlanılan bir durumdur. Ancak 
ağrı nedeninin basur olduğunu zanneder oysa ki rektum yarası ve rektumdan yukarı 
bölgelerde görülen yara ağrının sebebidir ancak hasta basurdan kaynaklandığını sanır. O halde 
çok dikkatli ol, basuru tanı ve rektum ve yukarı bölgelerde görülen yarayla basur arasındaki 
farkı bil. 


Basur üç kısma ayrılır: 






1. Muşmula şeklinde basur 


2. Üzüm şeklinde basur 

3. Dut şeklinde basur 

Muşmula şeklinde olan basur, küçük muşmulalara benzer ve bu tip basur en kötü olan 
basurdur. Üzüm şeklinde basur, yassıdır ve erguvan rengindedir ya da erguvana yakın bir 
tondadır. Dut şeklinde basur, gevşek ve kanlıdır. 

Basur çoğunlukla sevda maddesinden ya da sevda yapılı kan maddesinden kaynaklanır. 
Balgamdan kaynaklandığı nadir görülmüştür. 

Muşmula şeklinde basur, daha çok halis sevda maddesinden oluşmuştur. 

Dut şeklinde basur, daha çok halis kanla ilgilidir. 

Üzüm şeklinde olan basur, kan ve sevda arasıdır. 

Makat damarlarının ağızları açılmadan basurun oluşumu imkansızdır. Bu görüş, Galen’e aittir. 
Bu yüzden, güney rüzgarının esme mevsiminde ve güneyde yaşayanlarda basur sıklıkla 
görülür. 

Çoğu basuru olanların yüz rengi, siyaha dönük sarıdır. Bu renk basurlulara özgüdür. 

Çok rastlanılan bir durum da, basura yakalanan hastalarda burun kanaması görülmüş ve basur 
kendi kendine ortadan kalkmıştır. 

Sıra basurun ilacında. 

Basur tedavisinde, her şeyden önce bedeni ıslah etmekle başlamalısın, bedendeki kötü ve 
uygunsuz kanı savmaksın. Safeneus damarını (baldırdaki topuk yukarısında kalan damar) ve 
topuk arkası damarı kes. Eğer dizdeki aster damarını kesersen her ikisinden daha iyi olur. 

îki basene de orta kısmına bardak atsan iyidir. 

Sevda hıkını, vücuttan arındır. 

Bunu da bilmiş ol! Basur dolayısıyla makattan gelen kan, delilik, melankoli, sevda sarası, 
kanser, cüzzam ve zatürre gibi hastalıkların sigortasıdır. 

Eğer basurdan gelmesi gereken kan, akmazsa ve hapsolursa yukarıda geçen hastalıkların 
ortaya çıkışından kork. 

Basur tedavisinde izlenilen yöntemlerden ikisi; basuru kesme ve basur giderici ilaçlar 
kullanmadır. 

İbn Sina, basuru kesme yönteminde Hipokratın önerisini getiriyor, o da basurun hepsinin 
birden kesilmemesi. Birini kes bir süre sonra ötekine geç diyor. Elbette hastanın dayanmasına 




kalmış bir durum olduğunu da belirtiyor. Sonra tüm basurları kestikten sonra ve geriye kalan 
son basuru ise kesme diyor. 

Basur kesim şekli: Kesmek istediğin basur eğer belirginse iş kolay, kesmesinin bir zahmeti 
yok ama eğer gizliyse ve iç tarafta kök saldıysa kesme işi zor. Basur kökünü ipek ya ketenden 
bir iple ya da saç teliyle sıkıca bağla ve elini çek, kendi kendine düşmesi için zaman tanı. 

İbn Sina tedavisinde ‘idrar’ sıklıkla kullanılan bir madde. Basur tedavisinde kullanılan bir ilaç 
karışımındaki içeriklerden biri de çocuk idrarı. Özellikle çocuğa ait idrar olması düşündürücü. 
Bir diğer ilaçta ise deve idrarı geçiyor. İşte o ilaç şöyle: 

Bir adet ebu cehil karpuzunu dörde dilimle ve bir kaba koy. Çölde otlayan deve idrarını, 
dilimlemiş olduğun ebu cehil karpuzunu üstünü kapatacak şekilde dök. Eğer arap devesi 
olursa ne güzel. Kabı, sıcak güneşin altında beklet, güneşin sıcaklığı kalana kadar güneş 
altında kalsın. Güneşin etkisiyle deve idrarı azaldığında, yine idrar ekle ki ebu cehil karpuzu 
dilimleri idrar altında kalsın. Eğer bu ilacı basura serpersen ya da sürürsen basuru kökten 
giderir ve çok faydalıdır. 

Basurluların beslenmesi nasıl olmalıdır, bir bakalım. 

Basurlu biri, kesinlikle hazmı güç et ve süte endeksli yiyeceklerden kaçınmalıdır. Basurlu 
kimsenin yemeği, kolay sindirilebilir ve iyi kimüslü olmalıdır. Kolay sindirilebilir et, yumurta 
sarısı, yağlı ve sade çorba, kimyonlu çorba gibi. 

Kısaca böyle. 

Makatta şişkinlik görülürse; soğan, firenk soğanı ve papatyayı suda pişir ve makata yay. 

Makat çatlamasında sıra. 

1. Makatta hararet ve kuruluk görülebilir ve dışkıyı kurutur ve böylece makat 
çatlar. 

2. Basurdan kaynaklanabilir. 

3. Sıcak şişkinlikten ötürü olabilir. Gibi. 

Makat Çatlaması İlacı 

1. Bair takım ilaçlar birleştirici özelliktedir. 

2. Bir takım ilaçlar, yumuşatıcı ve nemlendiricidir. 

3. Bazısı da var ki şişkinliğe iyi gelir. 

4. Bir diğeri de çatlamayı tedavi edici yönü vardır ya da böyle bir tedavi için 
uygundur. 


Bir reçete şöyle: 






Zincifre, nar ağacı çiçeği (kitapta ‘gülnar’ olarak geçer), Venetian ceruse (Farsçası; sclidab), 
mürdesenk ve gül yağını birlikte karıştır ve çatlayan makata sür. 


Venetian ceruse karşılığı ‘Venedik üstübeci’ demek olsa da Farsça kaynaklarda ‘sefidab’ 
olarak geçer ve şöyle bir açıklama yapılır: Cildi beyazlaştıran ve cildin düzgünleşmesini 
(dermabrazyon) sağlayan bir tür maddedir. İran’da geleneksel olarak küçük yuvarlaklar 
halinde üretilmektedir, banyo yaparken kullanılır. Bu ürün, cilde uygulandığında ölü hücreleri 
toplar ve ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Böylece cildin arınmasını ve beyazlaşmasını 
sağlar. Bir tür peeling diyebiliriz. 

Mürdesengin farsçası ‘Mordarsangh’ olarak geçer, İngilizcesi ise ‘Litharge’. Genelde koltuk 
altında oluşan kötü kokuların giderilmesinde kullanılır. İçeriğinde kurşun bulunur. 

Makat çatlaması olanlar, pekleştirici, ekşi tatlı ve dışkıyı kurutucu gıdadan uzak durmalılar. 
Sade çorba, ıspanak aşı ve ebegümeci aşı yemeliler. Yemekte kullandıkları yağ; deve hörgücü 
yağı, kuyruk yağı, ördek ya da tavuk yağı olmalı. Makat çatlaklığı yaşayan hastaların 
beslenmesi basur hastaları gibi olmalıdır. 

Makat Kaşıntısı 

Sebebi, makatta oluşan küçük parazitler olabilir. Makatta oluşan apseden de kaynaklanabilir. 
Makatı sirkeyle mesh etmek çok etkilidir. Ayrıca kuyruk sokumuna kupa terapi uygula. 

Makat hastalıkları burada sonlanıyor, sırada böbrek var. 

İbn Sina ‘Böbrek Anatomisi (orijinal adıyla; teşrih)’ başlığı altında konuyu ele alıyor. Gerçi 
‘anatomi’ kavramını kullanmak uygun düşmez. Çünkü anatomi nedenselliğe bakmaz. Sinir, 
kan damarı, lenf damarı, kasların pozisyonu, işleyişi gibi konuları işler. Burada teşrihten 
maksat, konuyu detaylı bir biçimde ele alma ve çözümleme işlemi. Yine de bilinmesi gerekir 
ki teşrihin kelime karşılığı anatomidir. 

İbn Sina konuya başlarken önce karaciğer ve böbrek arasındaki bağlantıyı işliyor. Giriş 
mahiyetindeki paragraf şöyle: 

Karaciğer, karaciğere gelen öz besinini ve diğer besinleri, tasfiyehanesine yani rafineriye 
yollar. Rafineri sistemi de, vücutla uygun ve organlara gereken rafine olan kanı vücuda 
yollar.Ve arınma öncesi, kandan ayrılan sıvı maddeyi karaciğer yoluyla dışarı gönderir. 

Şimdi böbrek teşrihinde denilebilir ki, böbreğin yaratılmasındaki amaç, önceden karaciğere 
giren ve gerekli olan kanla karışık sıvı madde, sonradan kanın filtrelenmesiyle kandan ayrılır, 
böylelikle sıvı madde, ‘artık maddeye’ dönüşür ve dışarı atılması gerekir. Böbrekler bu işlemi 
gerçekleştiren boşaltım aracıdır. Bu sıvı madde çok fazla olduğundan, onca sıvıyı dışarı 
atmakla görevli araç, ya bir tane olup büyük olması gerekir ya da ikiz organ şeklinde olması 
gerekir. Eğer sadece bir tane olsaydı ve büyük olsaydı, daralma olasılığı olabilirdi ya da 
miktarca çok olan sıvı bozukluğa sebep olabilirdi. O halde, Yaradan Allah, böbreği çift 
yaratmış, bu yaratışta da birkaç yarar saklıdır. 

Vücutta birçok organ, ya çift yaratılmıştır ya da bir organ çeşitli parçalardan (loblar) 
oluşmuştur. Böylelikle yalnızca biriyle yetinilmemiştir. Eğer çift organlardan biri ya da 




lobdan oluşan organların bir parçası zarar görse organın yerine getirmesi gereken işlev hepten 
felç olmasın. Aynı şekilden olan organ (ya da alelbedel uzuv, alternatif) ya da bir parçası 
organın getinnesi gereken işlevi yerine getirsin ya da en azından çok ihtiyaç duyulan parçayı 
üstlensin. Her iki böbrek de bol etli ve sıkılaşmış olarak birbirine bitişik şekilde yaratılmıştır. 
Böbreklerin ikiz yaratılmasındaki bir diğer hikmet de, vetin damarının kolaylıkla her iki organ 
arasından geçmesidir. 

Vetin damarından kasıt, aort arteri olması gerekir. 

İbn Sina sonra, sağ böbreğin sol böbreğe göre neden üstte kaldığını açıklıyor, pek ayrıntıya 
girmiyorum ancak sağ böbreğin kısmen üstte olmasının sebebi karaciğere yakın olması zira 
karaciğer ‘rafineri’ ya da ‘filtrasyon’ merkezidir. Haliyle böyle olunca da artık olan sıvı 
madde direkt olarak önce sağa sonra sola boşalır. 

Sırada böbrek hastalıkları var. 

İbn Sina böbrek hastalıklarını dört ana başlıkta ele almış, ana başlıklar şöyle: 

1. Mizaç hastalıkları 

2. Böbreklerin normal boyutundan küçük ya da büyük oluşu. 

3. Böbreklerde tıkanıklık (obstrüksiyon) gelişimi 

4. Böbreğe bağlı hastalıklar; yara, damar genişlemesi gibi. 

Eğer hastalıklar böbrekleri oldukça etkilediyse, karaciğerde yetersizlik oluşur ve istiska ile 
bile sonuçlanabilir. 

İstiska tıpta ‘asit hastalığı’ olarak adlandırılan, karın boşluğunda sıvı birikmesine yol açan bir 
hastalıktır. 

Böbreklerin sağlık durumunu birkaç belirtiden anlayabiliriz: Böbreklerde duyulan ağrı tipi, 
elle temas ederek, her iki baldırın halinden, cima isteğinden, susuzluk gibi belirtiler bize 
böbrekten haber verir. 

İlk ana başlık, mizaç hastalıklarını kapsıyordu. Mizaç hastalıkları iki tip oluyor; sıcak su-i 
mizaç ve soğuk su-i mizaç. Sıcak ve soğuk su-i mizacın da kendine göre belirtileri var, onlar 
da şöyle sıralanabilir: 

Sıcak su-i mizaç belirtileri: 

1. İdrarın rengi, sarıya dönük kırmızıdır. 

2. Böbrek yağı azalır ve erir. 

3. Elle temas ederek böbreğin durumunu çözebiliriz. 

4. Sıcak türden hastalıklar şöyle: Sıcak şişkinlik, sıcak diyabites hastalığı (hasta su 
içmesine karşın doyuma ulaşmıyor) ve çok susama 



5. Hastanın cima isteği çoktur. 

Soğuk su-i mizaca geçmeden önce, diyabites hastalığı sizi meraklandırmış olabilir. Kitapta 
‘diyabites’ ya ‘diyanites’ olarak geçer. Kısaca ‘diyabet’ demek oluyor. Yunanca bir kelime. 
Farsça kaynaklar, diyanitus kelimesinin ilk defa ‘Orithaus’ adında bir Yunanlı tarafından 
tanındığını gösteriyor. Bugünkü diyabet kelimesinin, diyanites kelimesinden alındığı görüşleri 
hakim. 

Soğuk su-i mizaç belirtileri: 

1. İdrar açık renklidir. 

2. Hastanın hiç cima isteği olmaz. 

3. Soğuk mizaçlı hastalıklar çok yakalanır, hasta soğuktan rahatsız olur. 

İbn Sina böbreklerde görülen sıcak su-i mizaç hastalığı için şöyle diyor: 

Böbrekte sıcak su-i mizaç olduğuna dair tanı koyduysan, aşağıdaki yöntemleri uygula: 

Hasta, eşek ve keçi sütü içsin, elbette keçi ve eşeğin soğuk mizaçlı otlardan beslenmesi 
şartıyla. Eğer inek sütünden yapılma ayran içmesi durumunda, böbrek taşma yakalanmasına 
dair herhangi bir korku duymuyorsan, inek sütünden yapılma ayran hasta için çok iyidir. Eğer 
ayran içmesinden endişeliysen, süzme ayran suyunu hastaya içir, çünkü süzme ayran böbrekte 
görülen mizaç sıcaklığı için çok etkilidir. 

Hukne tedavisinin diğer tedavilere oranla ayrı bir yeri var. İbn Sina yine hukneden söz açar: 

Eğer hukne sıvısı, soğuk suyla karışık acur yağıyla olursa çok iyidir. 

Böbreği dışarıdan soğuk mizaçlı yağlarla yağlarsan çok faydamsım görürsün. 

Kafür da böyle bir durum için çok faydalıdır ve karaciğeri soğuk etmede üstüne yoktur, eşi 
benzeri görülmemiştir. 

İbn Sina şimdi böbreğin zayıflamasını ele alıyor: 

Böbreklerde zayıflamada, yağ oranında azalma görülebilir, hatta yağ miktarından geriye 
hiçbir şey kalmayabilir. Böbreklerin zayıflamasının ve yağ kaybının sebebi, su-i mizaç, aşırı 
cimada bulunma ve arınma işlemlerinde aşırıya kaçma olabilir. Böbreklerin zayıflamasının ve 
böbreklerdeki yağda azalma ya da sonlanma görülmesinin belirtileri şunlar: 

E Cima isteği yok olur. 

2. İdrar açık renkli ve çok olur. 

3. Hasta, böbreklerin zayıflamasından ötürü zayıflayabilir. 


İlaç: 




Hasta, böbrekle uyumlu olan ve böbrekleri güçlendiren ve dolgunlaştıran gıdalar almalıdır. 
Örnek olarak; badem, hindistan cevizi, antep fıstığı, haşhaş, nohut, bakla, fasulye. Eğer 
meyvelerin içini şekerle birlikte yerse, daha çok yararını görecektir. 

Yemekte şu yağlardan olursa ve hasta yerse, böbrek zayıflamasını giderecektir: Tavuk yağı, 
kaz yağı, keçi böbreği yağı. 

Hastanın inek sütü içmesi yararınadır. Eğer sütle birlikte üç ile dört dirhem arası 
terengebinle* kaynatıp içerse çok faydalıdır. 

"Tcrcngcbin ya da terencebin, Bilimsel adı Alhagi maurorum olan ‘devedikeni’nin yaprak ve 
dallarından salgılanan maddedir. İngilizcesi; ‘Manna of hedysarum’ olarak geçer. 

Diğer ilaçlar ‘Hukne ya da Lavman’ yoluyla uygulanıyor. Hukne, anüsten sıvı karışım 
yollama aracılığıyla gerçekleştirilen bir metot demiştik. 

Böbrek zayıflaması bölümünün sonunda, böbrek zayıflamasına iyi gelen diğer hukne çeşitleri 
ve diğer karışımları, Kanun’un beşinci cildi yani son cildinde getirdiğini belirtiyor İbn Sina. 

Şimdi sırada böbrek yetmezliği var. Bakalım böbrek yetmezliğinde bilgelerin bilgesi İbn Sina 
ne diyor: 

Öncelikle böbrek yetmezliğinin sebeplerini sayıyor üstad, saydığı sebeplerden biri şöyle: 

Damar lümeninin normalden fazla genişlemesi, damar lümeninin açılması, böbrek parankim 
dokusunun gevşemesi (ki bu öncül böbrek yetmezliğine özgü bir durum olarak kabul edilir), 
böbreğin sıkı dokusu gevşemeyle sonuçlandığında, böbreklere ulaşan filtrelenmesi gereken 
sıvı için filtrasyon fonksiyonu gerçekleştirilemez. 

Böbrekte yetersizlik görülürken damarlarda herhangi bir sorun olmayabilir ya da böbrek 
yetersizken damarlar da sorunlu olabilir. Damarların sorunlu olması ve zarar gönnesinden 
kasıt şu durumlardır: 

Aşırı cimada bulunma, idrar yapıcı şeyleri aşırı kullanma, aşırı idrar yapma, öğrenmeden ya 
da alışkanlık edinmeden binicilik yapma. Böbreği yoranher türlü şey, böbrek yetmezliğine 
sebep olmuş olabilir. Uzun süre ayakta kalmak, uzak ve uzun vadeli yolculuğa çıkmak, 
özellikle de yaya olarak uzun yolculuğa çıktıkları takdirde böbrek yetmezliğiyle 
sonuçlanabilir. 

Böbrekte Gaz Oluşumu 

Böbrekte yığınsal ve yoğun yapıda gaz gözlemlenebilir, bu olay böbrekte gerilme meydana 
getirir. 

Böbrek Gazının İlacı 

Hasta, günlük beslenmesine dikkat etmelidir. Gaz yapıcı gıdalardan uzak durmalı. Gazı 
dağıtıp eriten idrar yapıcı şeyler yemeli. Mesela, sedef otu tohumu, hayıt tohumunu (hastanın 
mizacını göz önüne alarak) ballı su ya da şekerli gülsuyu ile karıştırıp içsinler. İlaçlara örnek 




olarak; kimyon, papatya, dere otu ve sedef otunu böbreğe yaysınlar. Havlıcan yağı ve zambak 
yağıyla böbreği dışarıdan yağlasınlar ve bandajla sarsınlar. 

Böbrek ağrısının beş ana sebebi var, sırasıyla şöyle; şişkinlik, gaz, böbrek taşı, yetmezlik ve 
yara. 

Böbrek ağrısını yatıştırma hususunda, olabildiğince ne tohum kullan ne de uyuşturucu ilaç 
kullan, (yapabildiğin takdirde) sadece ılık suyla yetinmen senin için daha iyi olur. 

Eğer böbrek şişkinliği böbreğin herhangi bir kısmında görülürse, süratle sertleşmeye ve taş 
gibi olmaya doğru ilerler, zira böbrek taşevidir. 

Böbrekte şişkinlik oluşmasının sebeplerine inecek olursak, şöyle sıralayabiliriz: 

1. Tüm vücutta damarların normalden fazla kanla dolması 

2. Böbrek taşından kaynaklanmış olabilir. Böbrek taşı, tahribe ve böbreğin iç 
yüzeyini oluşturan epitel dokunun dökülmesine neden olmuş olabilir ve böylelikle 
şişkinlikle sonuçlanmıştır. 

3. Böbrek darbe almıştır ve darbe sonucu oluşan ağrı şişkinlikle sonuçlanmıştır. 

Kemeri sıkı bağlayanlarda böbrek şişkinliği sıklıkla rastlanan bir durumdur. 

Eğer böbrek ağrısı, karaciğer etki etmişse ve karaciğerde ağrı meydana getirmişse, bil ki sağ 
böbrek sebep olmuştur. 

Eğer böbrek ağrısı mesaneyi tutmuşsa bil ki şişkinlik sol böbreği vurmuştur. Eğer böbrek 
ağrısı hem karaciğeri hem de mesaneyi etkilemişse, her iki böbrek de şişkinliğe yakalanmıştır. 

Böbrek şişkinliğinde en iyi ilaç ve hastalığa sebep olan sıvı hıltın arınmasında rol alan işlem, 
hukne yani lavman metodudur, tenavül ilaçlar değil. Zira hukne, ilacı varması gereken yere 
çabuk ulaştırır. 

Böbrek gücünde zayıflık, idrarın immatür olmasına yol açıyor. 

İbn Sina böbrek ülseri ya da böbrekte yara gözlenimini ele alıyor, birkaç maddesini 
getiriyorum: 

Apse patlaması ülsere çevirmiş olabilir ya da böbrek taşı düşürülmesi ülsere sebep olmuş 
olabilir. 

Böbrek ülserinin belli başlı belirtileri mevcut, birkaçı şöyle: 

Ülser oluşmadan önce hastanın idrarı kanlı olabilir. Darbe almak böbrek ülserine yol açabilir. 

İdrarın kanlı olması birçok sebepten kaynaklanabilir. Bu yüzden ayrıca teşhis yöntemi 
belirtiyor İbn Sina ki girmiyorum. 


Böbrek ülseri olanlar, her türlü spordan uzak durmalılar. Yürüyüşten bile kaçınmalılar. 






Burçak unu, ülseri her türlü iltihaptan arındırmada ve ülseri kurutmada önemli etkiye sahiptir. 


Böbrek ülseri olanların beslenmesi nasıl olmalıdır? Kısaca, süt çeşitleri böbrek ülseri olanlar 
için bire bir. Mesela, eşek sütü, kısrak sütü ve deve sütü iyidir. Ülseri oluşturan maddenin 
ıslahında ve ülserin iltihaptan arınmasında etkilidir. İnek ve koyun sütü ise saymış olduğumuz 
sütlere göre yapışkanlık özelliği daha fazladır ve daha çok böbreği beslemektedir. 

Hasta süt içtiğinde bir süre beklemesi gerekir ve süt mideye varana kadar bir başka şey 
yememelidir. Eğer varması gereken yere geç ulaşırsa, süte biraz tuz katsın ya da bal ve tuz 
süte kat hastaya içir. 

Koyun sütü yaranın ağzını kapar ve birleştirir ve ayrıca böbrekleri de güçlendirir. 

Hasta susadıkça süt içebilir. 

Böbrek ülseri olanlar için uygun meyveler şunlar: olgunlaşmış salata, fars kavunu (Persian 
melon - Kharbozeh), armut, alıç, tatlı nar, ayva, elma ve hastayla uyumlu kuruyemişler; 
badem, antep fıstıı, fındık, çam fıstığı, Qasap hurması. Hasta kuru incir yememelidir. 

Sırada böbrek taşı var. 

İbn Sina konuya ilk olarak giriş yaptığında, karşı tarafa soru yöneltiyor. Soluklanmadan 
konuyu anlatmaya başlamıyor. Bir filozofun irdeleyici altın sorularını tahmin etmek zor 
olmasa gerek: ‘Niçin ve nasıl’. Yani İbn Sina size şunu soruyor ve dolayısıyla bu tavrıyla da 
sizi konuya dahil ediyor: 

Böbrek ya da mesane taşı nasıl ve niçin oluşmuştur? 

Böbrekte veya mesanede taş oluşum sürecinde iki faktör rol oynar: 

1. Maddenin mizacı nasıl olur da sertleşmeye ve taşlaşmaya hazır durumda olur? 

2. Dışarıdan bir etken ya da madde dışı bir etken, maddenin taşlaşması için etki 
eder ve onu taşa çevirir. 

Böbrekte ya da mesanede taş oluşumuna müsait maddeler şunlar: 

1. Balgam yapıda yoğun ve kaygansı rutubetli madde. 

2. Yoğun yapılı iltihapsı madde. 

3. Biriken kan (nadir görülür) 

Yoğun ve hazmı zor gıdalar, taş oluşumunu tetikler. Söz konusu gıdalar şöyle: Süt çeşitleri, 
taze peynir, bataklıkta ve ağaçlık arazide yaşayan iri yapılı kuş eti, deve eti, inek eti ve erkek 
keçi eti, kızartmalar, hazmı zor av hayvanı, hazmı zor balık, buğdayı kaygansı bir yapıya 
sahip olan ekmek (glütenden bahsediyor galiba), helim aşı, tüm kepeksiz ekmekler. Kaygansı 
hılt (salgı) üreten meyveler; olgunlaşmamış elma, şeftali, olgunlaşmamış şeftali, bergamot ve 
armut. Arındırılmamış sular da tetikliyor. 




Yukarıda adları geçen gıdalar, taş olmaya müsait maddeyi üretiyor, özellikle de şu 
durumlarda: 

Hazmedici güç, tam olarak hazmedemediğinde 

Adı geçen gıdalardan çok miktarda bir defada yemek, sonuç itibariyle hazmedici güç yorgun 
düşer ve azalır. 

Ya da yemek yeme sırasını bozmak, şöyle ki önce hazmı zor yemeği yersin sonra üstüne 
kolay hazmedilen gıdayı yersin. 

Veyahut da mide doluyken ve tokken spor yapıp kendini yorduğunuzda. 

Böbrek taşı mesane taşma göre daha yumuşak ve daha küçük olur, rengiyse daha çok 
kırmızıya dönüktür. 

Böbrek taşma yakalanma riski yüksek olanlar şöyle: 

Kilolu ve dolgun etli olanlar, böbrek taşma yakalanma riski yüksek. 

Zayıf kimseler kilolu kimselere göre mesane taşma yakalanma riski yüksek. 

Yaşlılar ise daha çok böbrek taşma yakalanma riski yüksektir. 

Çocuklar ve gençler daha çok mesane taşma yakalanırlar. Çocuklarda ve gençlerde mesane 
taşının daha çok görülmesinin sebebi, maddenin dışarı çıkması için gerekli kuvvetin onlarda 
daha çok oluşu. Böyle olunca da, madde üst organlardan alt organlara doğru akış gösteriyor. 
Ancak yaşlıların böbreklerinin gücü oldukça zayıftır. Başka bir açıdansa gençler ve 
ergenlerde seyreltik madde görülür, yaşlılardaysa yoğun madde görülür.Seyreltik madde 
böbreğe nüfuz edebiliyorkan yoğun madde böbreğe nüfuz edemez. 

Hipokrat der ki, böbrek taşma yakalanan yaşlılar iyileşmezler. 

Bunu da bilmiş ol ki, böbrekte ya da mesanede taş oluşumunun sebebi irsi yani kalıtsal 
olabilir. 

Böbrek taşma iyi gelen idrar yapıcı ilaçlar şöyle: Nohut suyu, yaygın kangal suyu, turp 
yaprağı suyu, turbun kendisi özellikle de ince ve yeşil olan; eğer hasta birkaç gün boyunca 
turba devam ettiği takdirde, turbun çok kuvvetli idrar yapıcı bir ilaç olduğunu görecektir. 

Sırt üstü yatmak böbrek taşı hastası için iyidir. 

Böbrek taşını ufaltan ilaçlarda sıra. Ancak konu epey uzadığı için pek fazla bahsetmeyceğim. 

Bir takım ilaçlar, böbrek taşını ufaltmada çok etkiliyken ancak mesane taşını ufaltmada etkili 
değil. Bunun sebebi de mesane taşını eritmede gerekli ilacın mizacı böbrek taşma göre daha 
sıcak olmalı. Eğer böbrek taşında kullanılan ilaç çok sıcak mizaçlı olursa, taş oluşumunu 
tetikler. Bunun için orta halli bir sıcaklık olması gerekir. Ana fikir bu. İşte böbrek taşını 
ufaltırken mesane taşını ufaltmada pek randıman venneyen bir ilaç da hacerü’l-yahud ya da 
yahudi taşı ki ‘Lapis judaicus’ olarak da geçer. 






İbn Sina bir hekimin tavsiyesini getiriyor ki şöyle: 

Yetmiş adet tane karabiberi iyice ufalt ve öğüt ve yedi hap yap ve hasta her gün bir hap yesin, 
böbrek taşını idrarla birlikte dışarı atacaktır. 

Antep fıstığı, böbrek taşını ufaltmada çok etkilidir. 

Böbrek taşı ve mesane taşı için akrep yağı ve akrep külü çok iyidir diyor İbn Sina. Ancak 
hazırlanışı biraz farklı. 

Bir diğer ilaç da erkek keçinin kanının kurusu. Bunun da ayrıca değişik bir hazırlanışı var. İbn 
Sina her ikisini de açıkça açıklıyor ancak konu uzadığından sadece bahsetmekle yetiniyorum. 

Yeni doğmuş civcivin çıktığı yumurtayı yakıp külünü tenavül edersen çok iyidir. 

Özellikle de yeni doğmuş civcivin yumurtasını kastetmesinin asıl sebebini bilmeyi isterdim. 

Bir başka acayip ilaç da şu: 

Kimi hekimlerin görüşüne göre, böbrek taşının kendisi böbrek taşma ilaçtır ve hasta böbrek 
taşı yerse, böbrek taşını düşürür. 

İbn Sina daha sonra Hekim Huneyn ve Kindi’den görüş getiriyor. Her iki hekimin de görüşü 
şöyle: Eğer yetişkin bir hasta, güvercin ya da horoz gübresinden iki dirhem ve iki dirhem 
akide şekerini (kelimenin aslı; nabat) karıştırıp yerse, ister mesane ister böbrek taşı olsun 
düşürür. 

Kurutulmuş hamam böceği de etkilidir. 

Aslında pek ayrıntıya girmek istemedim ancak önemli bir açıklamayı getirmeyi uygun 
gördüm. Şöyle ki böbrek taşını eriten ilaç, tek başına olmaması gerekir. Yani sadece bir 
bileşenden ibaret olmamalı. Üç ana bileşen işin içine giriyor, şöyle ki; evvela ilacımızın 
gerekli etkiyi gösterebilmesi için bileşen açısından nasıl olması gerekir? İşte o üç temel şu: 

1. İlacın içerisinde, ilacı ulaşması gereken yere kadar süratle götürecek bir ilaç 
olmalı. 

2. İlacın içerisinde, ilacı bir süre taş olan yerde tutacak başka bir ilaç olmalı. 

3. İlacın içerisinde kuvvetli bir idrar yapıcı ilaç olmalı, böylece ufalan taşları 
defetsin ve idrarla dışarı yollasın. Ayrıca ağrıyı yatıştıracak başka bir ilaç da 
gereklidir. 

İlk maddedeki ilaçlar şu: Biber, yarpuz ve tarçın. Geri kalan maddeleri getirmiyorum. 

Böbrek taşı olanların yemeğinde; kuşkonmaz, yaygın kangal, zeytinyağlı nohut suyu, aspir 
yağlı nohut suyu ve zeytin yağı olması gerekir. 


Böbrek burada sonlanıyor, sırada mesane var. 







Her şeye güç yetiren Yaradan, yar ve yardımcıya ihtiyaç duymaksızın, insanın varlık 
atölyesini tüm kusurdan arı yaratmıştır. Lazım olan her şeyi gerektiği ölçüde, ne fazla ne de 
eksik olacak şekilde bu sistemde kararlaştırmıştır. Doğrusu O’ndan başkası tapılmaya layık 
değildir. 

İbn Sina, mesaneyi açıklarken, Allah’ın mesaneyi yaratışındaki inceliğini dile getiriyor, şöyle 
ki Allah mesaneyi öyle bir ustalıkla yaratmıştır ki atık ve kullanımı olmayan sıvının azar 
azar idrar torbasına akmasını sağlamış ve insanın dakika başı tuvalet ihtiyacıyla meşgul 
olmamasını sağlamıştır. 

Sonra İbn Sina mesanede gözlemlenen hastalıklardan bahsediyor, birkaçı şöyle: su-i mizaç 
hastalıkları, mesanenin küçülmesi ya da büyümesi, tıkanıklık, şişkinlik vesaire. 

Mesane hastalıkları çoğunlukla, soğuk havalarda ve soğuk mevsimlerde kendini gösteriyor. 

Sonra mesane taşı hastalığını açıklıyor İbn Sina. 

Mesane taşı böbrek taşma nispetle daha büyük ve daha sert oluyor. Daha sert olmasının 
sebebiyse, messane taşının yerinin daha geniş olması. 

Mesane taşı olan hastanın kanlı idrar yapması sıkça rastlanılan bir durum olduğundan 
bahsediyor İbn Sina. Sebebiyse, tahmin de edeceğiniz üzere, taşın mesaneyi tahriş etmesi. 
Çünkü mesane taşı daha büyükçe oluyor, bu büyüklük o dereceye varıyor ki mesane 
duvarında tahriş meydana getiriyor. 

Birkaç ana denklemi bilirsek ve olayları tahlil ederken altyapıyı sağlam tutmuşsak ve ayrıca 
gelişimin nasıllığını çözmüşsek, İbn Sina’nın açıklamasına gerek duymaksızın kendiniz doğru 
tahminde bulunabilirsiniz. Tabii bunun için Kanun fittıb eserini birkaç kez okumak gerekir. 

Bunu da bilmiş ol ki! Mesane taşı ekseriyetle kuzey bölgelerde görülüyor, özellikle de 
çocuklarda. 

İbn Sina mesane taşı ilacının böbrek taşı ilacına göre neden daha kuvvetli olması gerektiğine 
dair şöyle açıklamada bulunuyor: 

Öncedende bahsettiğimiz üzere, mesane taşı ilacı, böbrek taşı ilacına göre daha kuvvetli ve 
daha etkili olması gerekir, peki neden? Zira, mesane böbreğe göre daha soğuk mizaçlıdır. 
Tedavi açısından böbreğe göre daha uzak konumda yer alıyor, ilaç da daha geç imdadına 
yetişecektir. 

Mesane ülseri olan biri, soğuk su içerken ölçülü davranmalı ve seyrek içmelidir. 

İbn Sina genel olarak tohum içeren bir ilaçtan bahsediyor. Salatalık tohumu, acur tohumu, 
semiz otu tohumu, kereviz tohumu vesaire. Epey bir tohum adı geçiyor. Demek istediğim 
tohumların da tedavi de ayrı bir yeri var. İlaç, çok uzun olduğundan yalnızca bahsetmiş 
olalım. 


Bir başka hastalık da kanın mesanede pıhtılaşması. Birkaç belirtisi şu: 




Şiddetli depresyon, hastanın hali baygınlığa kadar gidebilir, hastanın eli ayağı soğuktur, kısa 
nefeslidir, soğuk ter döker, bulantı gibi. 

Mesanede kan pıhtılaşmasının ilacı, mesane taşı ilacıyla aynıdır. 

Hasta iskencübin içerse pıhtılaşmış kan çözülebilir. Eğer ada soğanı iskencübini olursa daha 
iyidir. 

Daha sonra İbn Sina mesane sarkması ve gevşemesi hastalıklarına da değiniyor, sebepleri; 
rutubet, gaz, darbe ve yere düşme. 

Sıcak sularda yıkanma ve denizde yüzme sarkma ve gevşeme için iyi imiş. 

Sırada mesane ağrısı var. 

Mesane ağrısı genelde kuzey rüzgarlarının esmesiyle kendini gösterir. 

Mesanede gaz oluşumunun sebepleriyse; gaz yapıcı gıdalar, rutubet ve mesanenin doğal 
sıcaklığında azalma. 

Böbrek ya da mesanede ağrı gözlemlenirse, asla tohumdan yapılma hap ve uyuşturucu ilaç 
kullanma diyor ibn Sina, zira ağrıyı şiddetlendiriyonnuş. Ilık su yeterli diyor. 

Kısaca mesane böyle. Sırada idrar var. 

İbn Sina’nın ele aldığı ilk hastalık; idrar yanması. Ancak bir sonraki hastalığa geçiyorum o da; 
idrar azlığı. 

İdrar azlığı sebeplerinden birkaçı şöyle: 

1. Yetersiz sıvı tüketimi 

2. Bedenin oldukça gözenekli ve süngersi oluşu (kastı büyük ihtimalle vücut 
sıkılaşmaması) 

3. Aşırı ishal 

4. Böbrek yetersizleşmiş olabilir ve absorbe etmesi gereken sıvıyı absorbe edemez. 

5. Ya da karaciğer yetersizleşme görülebilir. 

Şunu da aklından çıkarma ki ekşi tatlar hastanın zararınadır ve cima ise hastalığı 
şiddetlendirir. 

Bir sonraki hastalıksa idrar obstrüksiyonu (ya da tıkanıklığı) ve idrar zorluğu. İbn Sina bu 
konuyu genişçe anlatıyor, ancak konu epey uzadığından bahsetmemek en iyisi. Ancak en 
kolay ilaçlardan biri şu: 

Bunu da bil ki! Bir kimsede idrar tıkanıklığı görülürse ve ateşi olmazsa, her zaman ve her 
koşulda en iyi ilaç süttür. 




Bir hekimin tavsiye ettiği bir ilacı biz de denedik ve iyi olduğunu gördük. Söz konusu ilaç 
şöyle: Bir kimsede idrar tıkanıklığı varsa, kristal tuzdan yapılma fitili makata bıraksın, tıkanan 
idrar açılacak ve idrar akacaktır. 

Yine tuhaf bir ilaç, şöyle ki: 

Eğer biti, idrarı tıkanan hastanın penisinden içeri gönderirlerse, idrar açılır. 

Derler ki eğer yataklarda yaşayan kene benzeri böceği ki sanırsam füsafis (tahta kurusu) olsa 
gerek, idrarı tıkanan hastanın penisinden içeri gönderirlerse idrar yolu açılacak ve idrar 
akacaktır. 

Sarımsak ya da soğan, hastanın penisine sürüldüğü takdirde idrar akacaktır. 

Ya da bir dal safranı aynı şekilde hastanın penisinden içeri yollarlarsa idrar açılacak ve 
akacaktır. 

Tuhaf tıp adında bir kitapçık çıkarılması gerekir. Duymuşsunuzdur, Brezilyalı doktorlar yanık 
tedavisinde Tilapia balığının derisini kullanarak hastalarını tedavi ediyorlar. Ama hiçbiri, 
böbrek taşının kendisi böbrek taşı hastalığına şifadır, tuhaf tıbbi yaklaşıma çıkmaz. Asla 
küçümsemiyorum, bana göre sonuç veren her şey değerlendirmeye alınmalı. Dünyada 
milyonlarca tip insan var, kimisi kırsal kesimde kimisi metropol şehirde yaşamakta, kimisi 
farklı ananelere sahip olduğundan farklı bakış açılarına sahipler. Her şeyi hesaba kattığında, 
izlediğin yol ‘kapsayıcı’ olmalı. O da basitlikte yatar. Eğer hastalanan adem evladı, kendisine 
yetecek şekilde en basit tıbbi tedavileri bilemez ve sen onu ilaç almaya, yığınsal parayla 
tedavi görmeye mecbur bırakırsan, sen sömürgecinin önde gidenisin. İşte kapitalist sistem de 
bu, hasta eder ilaç yapar. Sağlık netice itibariyle, erteleyemezsin. O halde uyanık olunmalı. 
Size sunulan her türlü gıdayı sorgulayın. Sorgulamazsak, zalim sultana sesi çıkmayan ve 
yaşayışına razı gelen bir zalim de biz oluruz. Bir kıssa vardır, keşke nerede geçtiği aklıma 
gelse. Çok önceden bir kitapta okumuştum. Allah bir kavme azap gönderir, oysa kavim içinde 
Allah’a ibadet edenler de bulunur. Ama azapla topluca cehennemi boylarlar. Bunun 
sebebiyse, o ibadet edenlerin zalim hükümdarlarına baş kaldınnayışıdır. Genel açıdan kıssa 
böyleydi. Zahir gerçekten çok aldatıcı. Aldatıcı zahir, inanın ki şeytanın rengi ve yüzü. 

Aşağıdaki ilaç, soğuk su-i mizaçtan kaynaklanan idrar tıkanıklığı için çok iyi: 

Yarım dirhem göçmen güvercin (ya da yabani güvercin) gübresini süt içen bebeğin idrarında 
çözsünler ve hastaya yedirsinler, idrar açılıp akacaktır. 

İbn Sina şimdi Gasatir ya da Kasatir denilen enjeksiyon aletini ele alıyor. Yaklaşık iki sayfa 
olduğundan bahsetmiyorum. Ama enjeksiyon işlemi de hukne gibi revaçta olan işlemlerden, 
haberiniz olsun. 

Sırada idrar kaçırma ya da üriner inkontinansı var. 

İbn Sina idrar kaçırma hakkında açıklama getirdikten sonra şöyle bir çıkışta bulunuyor: 
Bakalım görelim bu lanet olasıca idrar neden keskin yapılı ve zarar verici olageldi? 


Gıda, ilaç, yorgunluk, cima gibi sebepler etken olmuş olabilir. 



Kas gevşekliği de neden olmuş olabilir. 


Mesane içi yaradan da (ülser) kaynaklanmış olabilir. 

İdrar kaçırma için birkaç ilaç şöyle: 

İnciri zeytin yağma bulayıp yesinler. 

Uzun topalağı ve günlüğü eşit ölçüde alıp öğütsünler ve aç kamına bir miskal kadar ağızlarına 
alsınlar. 

Andız otu bu konuda seçkin ilaçlardan sayılır. 

Hint yağı da çok etkilidir, ister yesinler isterse de üriner sistem organlarına sürsünler. 

Her gün aç karnına bal yemek de çok etkilidir. 

İncir ve zeytin yağı karışımı idrar kaçırma görülen yaşlılar için de faydalıdır. 

Yatağa idrar kaçırmadan da bahsediyor İbn Sina. 

Genelde çocuklarda gözlemlenen bir durum olduğundan bahsediyor İbn Sina. Zira çocukların 
uykusu ağır olduğundan nefes alıp venne gibi mesanede idrarını tutamayıp dışarı salıyorlar ki 
henüz çocuk uykudayken gerçekleşiyor olay. Çocukluk evresini atlattıktan sonra uyku da 
hafiflediğinden sorun ortadan kalkıyor. 

Birkaç ufak tüyo veriyor İbn Sina, en kolayları şu: 

Akşam yemekleri hafif olsun, böylece uykuları da hafif olmuş olur. Aşırı su içmekten 
kaçınsınlar ve uyumadan önce tuvalet ihtiyaçlarını gidersinler, idrarını yapsınlar. 

İbn Sina yine çeşitli reçeteler sunmuş ancak getirirsek konu uzayacağından sarfınazar 
ediyoruz. 

Ve sırada diyanites ya diyabites var. Su içtikten sonra alelacele tuvalete koşuyor, bu hastalığa 
yakalanan kimseler. Şöyle: 

Diyanites, Yunanca bir kelime olup, insan su içtikten kısa süre sonra içtiği suyu idrar yoluyla 
dışarı atıyor. Yunanlılar, diyanites için ayrıca diyaskomes ve keramis de demişlerdir. Araplar 
ise diyabites için ‘devvare, dolab, zilk’il-kilye, zilk’il-mecaz ve maber’ tabirlerini kullanırlar. 

Bu hastalığa yakalanan kimse, durmadan su içtiği halde suya doymuyor, içer içmez de idrara 
çıkıyor. İçtiği suyu bedeninde saklayamıyor. Yukarıdan gönderiyor aşağıdan dökülüyor. 

İbn Sina daha sonra hastalığın sebebini irdeliyor. Bir tabibe göre doğanın işi ve insanda 
ansızın ortaya çıkıyor. Ancak İbn Sina bu görüşü kabul etmiyor. İbn Sina’ya göre asıl sebep 
böbrekler. Böbreklerde yetersizlik meydana gelebilir. Yetersizliğe de sebep olan etkenler, 
soğuk hava, karaciğer soğuması veya soğuk su içme ve sıcak su-i mizaç olabilir. Genelde 
sıcak su-i mizaç ya da ateşli sıcaklık etkili imiş. Bunun için de genel olarak diyabites ilacı 
soğukluk veren ilaçlarla tedavisi mümkün. Örnek olarak; soğuk yeşillik-sebze, rutubet veren 




ve soğuk mizaçlı meyveler gibi. Ancak idrar yapıcı olmaması kastıyla. Marul ya da haşhaş 
yerse de sakıncası yok. 

Denilene göre, üç adet yumurtayı, sirkenin içine attıklarında ve yirmi dört saat sirke içerisinde 
kaldıktan sonra, yumurtaları çiğ bir şekilde kafaya dikseler, faydasını göreceklerdir. 

İbn Sina birçok reçete getiriyor ancak getirmiyorum. Bir ilaç da gülnar tableti. Gülnar, nar 
ağacı çiçeği oluyor. Tabletin içerisinde yer aldığından herhalde ismini oradan almış. 

Hukne kapsamlı bir uygulama olmasına karşın hukne sıvısı basit olabiliyor. Mesela İbn Sina 
diyor ki: Hukne sıvısı, ayran olursa çok iyidir. 

İbn Sina bir başka paragrafta diyor ki: 

Diyanites hastalığı soğuk hava etkisiyle olursa, ki biz böyle bir durumla karşılaşmadık, 
kesinlikle susuzluk da görülür. 

Bir sonraki hastalık idrar çokluğu ya da poliüri. 

Birkaç ilacı şöyle: 

Aç karnına rafadan yumurtayı içerse iyidir. 

Sütü kaynatıp içseler (her türlü süt) iyidir. Gibi. 

Kıl şeklinde idrar yapmadan da bahsediyor İbn Sina. İdrarın görünümü kıl kadar incedir. 
Böyle tür idrarın endişe verici olmadığını ve ciddi bir tehlike olmadığını ayrıca belirtiyor İbn 
Sina. 


Bu bölüm de buraya kadar. Umarım bilgilendirici olmuştur. Tashih işlemleri en son aşamada 
gerçekleşecektir. Kontrolsüz bir çeviri oldu. Sağlıcakla kalın. 




El Kanun Fi t tıp kaç kitaptan oluşur?

El-Kanun fi't-Tıb veya Latince ismiyle Canon medicinae (Arapça: القانون في الطب el-Kanun fi el-Tıbb "Tıbbın Kanunu" veya "Tıpta Kanun"; Farsça: قانون Kanun "Kanun"), Batı'da Avicenna olarak da bilinen İbn-i Sina'nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisidir.

El Kanun Fi t tıp kaç sayfa?

Bu dev eseri çevirirken yaklaşık bin yıl önce birçok bilginin günümüz tıp bilgileri ile örtüştüğüne şahit oldum. Bu örtüşmenin, özellikle insan anatomisi ve organların fizyolojisinde daha belirgin olduğunun farkına vardım. ... el-Kanun fi't-Tıp (Tıbb Prensipleri) (Ciltli).

Kanunlar adlı kitap kime ait?

Yasalar (Grekçe: Νόμοι, Nómoi; Latince: De Legibus), Platon'un Devlet kitabını yazdıktan sonra yazmış olduğu son ve en uzun kitabıdır. Bu kitapta Platon, Devlet' teki birtakım görüşlerinde değişiklik yapmakla birlikte farklı görüşlere de yer vermiştir.

Kanun Fit tıp adlı eseri Latinceye tercüme edilerek Batıda tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur İslam bilgini kimdir?

Tıp alanındaki en büyük ve en önemli çalışması 1012 yılında başlayıp on yılı aşkın bir sürede bitirdiği el-Kânûn fi't-Tıbb adlı eseridir. İbn Sînâ, bu eser vasıtasıyla Hipokrat ve Galen gibi ismi ve eseriyle çağının ötesine geçebilmiştir.