Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Dersaadet’te (İstanbul) dünyaya gelen Necip Fazıl Kısakürek, 78 yıllık ömrüne onlarca şiir ve bin anlam yüklü özdeyişler sığdırdı. Heybeliada’da ilk eserlerini kaleme aldığında “Şair” mahlasıyla tanınan Kısakürek, zaman içerisinde Türk-İslam düşüncesini benimsemiş kitleler tarafınca “Üstat” olarak anıldı. 1942 yılındaki Sultanahmet Hapishanesi’nde geçirdiği zorlu süreçten sonra kendisini topluma adadı ve “Büyük Doğu” mücadelesini başlattı. Büyük Doğu için canhıraş çabalarken, dönem hükümetleri tarafınca sık sık hapse atıldı. O, çağdaşı Nazım Hikmet Ran gibi Rusya’ya kaçmaktansa; Erenköy’deki evinde vefat ederken ardında işleme konulmamış 1,5 yıllık hapis cezası bıraktı. Dönem hükümetleri Necip Fazıl’a binlerce lira teklif etti. Servet önerdi. Üstat, kalemini kırmak isteyenlerin tuzağına düşmedi. Tıpkı İmam Azam’ın (Ebu Hanife Hazretleri) Abbasi halifesine karşı çıktığı gibi HAKK’ı savundu. “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” hadisini çevirdiği için bin bir emekle çıkardığı Büyük Doğu Mecmuası’ndan oldu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in günümüze dek uzanan şiirleri, özdeyişleri ve resimli sözleri… Show NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİBEKLENEN Ne
hasta bekler sabahı, Geçti istemem gelmeni, ANNECİĞİM Ak saçlı başını alıp eline, Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; İçimde damla damla bir korku birikiyor; Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; ANNEME MEKTUP Ben bu gurbet ile düştüm düşeli, AĞLAYAN ÇOCUKLAR Kafesli evlerde ağlar çocuklar, Ne vakit karanlık kaplasa yeri, Gittikçe kesilir derken sedalar, AKROSTİŞ (Üstadın İsmet İnönü’ye yazdığı akrostiş şiir) İhtilal acentası... İnkılap, avantası... ANNEME Anne girdin düşüme. Anlamam, anlatamam. SURDA BİR GEDİK AÇTIK Surda bir gedik açtık, Mukaddes mi mukaddes… Artık ne yandan esersen es... BÜYÜK DOĞU MARŞI Allahın seçtiği kurtulmuş millet! Allahın seçtiği kurtulmuş millet! Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! Aynası ufkumun, ateşten bayrak! Aynası ufkumun, ateşten bayrak! DUA Bıçak soksan gölgeme, Ağlayın, su yükselsin! NECİP FAZIL KISAKÜREK ÖZDEYİŞLERİ VE RESİMLİ SÖZLERCamiler serbest ama bütün yolları yasak; onlar meydana hâkim, bizse camide sürgün. Ölüm güzel şey budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber? Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var; oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta? Zaman döne dursun, o güne hasret. Karacaahmet bana neler söylüyor neler! Uzasan, göğe ersen; cücesin şehirde sen. Gönlüm uçmak isterken semavi ülkelere, ayağım takılıyor yerdeki gölgelere… Anladım işi, sanat ALLAH’ı aramakmış; marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış. Sen “Ol” dersen olur. Nur bize ALLAH’ım nur… Benim istediğimi ALLAH istemiyorsa konu kapanmıştır. Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar. Sadece ALLAH’a inanın, gerisi inanılacak gibi değil. Fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız. Geminin tek kaptanı olur, gerisi mürettebattır. Kalbinde tek sahibi olur, gerisi teferruattır. Üzülme! Davanın sahibi HAK’tır. HAK olan davada zafer muhakkaktır. Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur. Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler! Bir neslin ahlakını işte böyle yediler… Artık fikir kurtlandı; iş lazım… Bu nasıl dünya, hikâyesi zor… Bazı insanlar alçakgönüllüdür. Bazıları ise alçak olmaya gönüllüdür. Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum. Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum. NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN NAZIM HİKMET RAN’A MEKTUBU“Nâzım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmayacağım. Hiçbir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklayan kanserliye, hiçbir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiçbir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz. Ben kendimi ne kanser operatörü ne deli gardiyanı ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum. Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun. Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin. O kadar yalnızsın ki etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kim bilir nelere başvuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, Beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun. Bundan birkaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı: Ben- Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun? Sen- Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim? Ben- Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun? Sen- Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler. Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki ben hiçbir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım. Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiçbir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini ne işporta komünizmanı ne hile ustalığını ne 24 saatlik reklâm açık gözlülüğünü… Senin nene mukabele edeyim? Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarmaş dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat adiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer? İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir? Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme! Yalnız bil ki sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim. Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim. Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman… Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor. İşte görüp göreceğin rahmet!” (11 Nisan 1936) Necip Fazıl Kısakürek kimdir? Hayatı, eserleri ve fikirlerine dair...NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN ESERLERİ
|